31 Ağustos 2009 Pazartesi

1 eylül'de ''barışa adanmış filmler''

1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla DOCUMENTARIST, arşivindeki barış temalı filmlerden oluşan bir seçkiyi Hollanda Başkonsolosluğu’nun işbirliği ile yeniden seyirciyle buluşturuyor. “Barışa Adanmış Filmler” başlıklı seçkide, dünyanın dört bir köşesindeki savaş/barış deneyimlerini anlatan, benzer süreçlerden geçmiş toplumların tanıklıklarını yansıtan yedi önemli belgesel yer alıyor. Barışı inşa etmeye başlamak için öncelikle geçmişle yüzleşmek gerektiğini, kalıcı bir barışın geçmişte yaşanan acıların inkarından değil onunla hesaplaşmaktan, unutmaktan değil hatırlamaktan geçtiğini gösteren filmler bunlar.
Hepsi de dünya çapında ses getirmiş ödüllü belgesellerden oluşan yedi filmlik seçki, 1-2-3 Eylül 2009 tarihlerinde Beyoğlu’nda Hollanda Başkonsolosluğu’na bağlı tarihi kilise Union Church’te ücretsiz olarak gösterilecek. (SON DAKİKA: Estela Bravo'nun Arjantin'in "kayıp çocukları" üzerine yaptığı "Kimim Ben?" adlı belgeseli de seçkiye eklenmiştir.)

PROGRAM

1 Eylül, Salı
18:00 Kayıp Vatan, 53’ + Eve Dönüş, 25’
19:30 Grozni Rüyası, 95’

2 Eylül, Çarşamba
18:00 Gülüyor muyum Görmek İçin, 59'
19:30 Cenin’in Kalbi, 89’

3 Eylül, Perşembe
18:00 Kimim Ben?, 75’
19:30 Burma VJ, 85’
...
[cenin'in kalbi]

[kayıp vatan]

[gülüyor muyum görmek için]

[grozni rüyası]

[burma vj - kapalı bir ülkeden haberler]
...
www.documentarist.com
...

fayrap 19 | eylül '09

...

selim temo: kürtçeye en büyük haksızlığı kürtler yaptı.

[...]
-Anadilde eğitim için yeterli eğitimci var mı peki?

-Anadilde eğitim için sadece Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt nüfusu içinde düşündüğümüzde iki yüz bine yakın öğretmen gerekiyor. İşte sosyal bilgiler, fen bilgisi, inkılap tarihi, edebiyatı Kürtçe bilen insanlar gerekiyor. Şu anda böyle bir kadro yok. Bu yüzden bu talep haklı olmakla birlikte gerçekçi değil. On sene sonra ben Kürtçe fakülteler görüyorum, belki bütün eğitimi Kürtçe, Türkçe, İngilizce olan. Çünkü bu sadece Kürtlerle ilgili bir mesele değil. Kürtlerin Kürt kültürüne hapsedilmemeleri gerekir. Dünyayı takip etmeleri gerekir. Kürt edebiyatı sadece Kürtlerin birbirini anladığı, Kürtlerin sevdiği bir edebiyat olamaz.

-Yani kalkış noktanız Kürt milliyetçiliği değil diyorsunuz.

-Asla. Tabii Kürt meselesi Türkiye'de çok ideolojikleştirildi. İdeoloji, gerçeklik hakkında yanlış bilinç demektir. Artık onun içerisinden çıkamıyoruz. O kadar çok yalan söylendi ki bu yalanlar gerçeğin yerini almaya başladı. Şu anda biz belki yalanların üretildiği süreç kadar uzun bir zaman diliminde onların yerine doğruları koymakta zorlanacağız. Kürtçe hem çok eski bir yazılı tarihi, yazılı edebiyatı olan bir dil, hem büyük eserleri, mesnevileri, mevlitleri, bilimsel kitapları olan bir dil.

-Türkler uzun süre Kürtçe diye bir dil yok yalanını söylediler. Kürtlerin söylediği, kendilerini de inandırdıkları en büyük yalan neydi?

-Şudur: "Biz mağduruz. Tarih boyunca hep haklı ve mağdur idik. Hiç kimseye zulüm etmedik, hiçbir halkın topraklarına girmedik". Oysa 1204 yılında Bangladeş Kürtlerin elindeydi. Bangladeş'e kadar işgal etmişlerdi. 980 yılında Kürtlerle Vikingler Bakü kapılarında savaşıyorlardı. Viking sikkelerinde görebilirsiniz. Viking tarihinde geçer bunlar. Halen Yemen'de yaşayan Kürt asilzadeleri vardır. Cezayir'de yaşayan Kürt aşiretleri vardır. Yani bir zamanlar emperyal bir halktı Kürtler de. Varlığınızı bu tarihi mağduriyet yalanı üzerine kurduğunuz zaman yaptığınız ve söylediğiniz her şey doğru kabullenilmeye başlıyor. Çünkü siz mağdur olduğunuz için anlayışla karşılanmayı bekliyorsunuz. Kürtçeye en büyük haksızlığı bence Kürtler yaptı.

-Ne yaparak?

-Dili sadece politik bir karşı çıkışın simgesi haline getirerek. Yıllar önce bir Kürt siyasetçisinin bir tanımı vardı. Birinin ellerini, ayaklarını bağlıyorsunuz. Serçe parmağını azıcık hareket ettirmesine "terör" diyorsunuz, "ihanet" diyorsunuz. Böyle bir toplum serçe parmağı ile kendi üzerine bu kadar düşünemezdi. Biz neydik, nereden nereye geldik, dünyaya bizim katkımız nedir? Dünyaya neden ikinci bir Selahattin Eyyubî'yi veremedik?

-Gerçekten yok mu ikinci bir Selahattin Eyyubî?

-Bence var. Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Mevlanâ Xalit, Baba Tahir Üryan, Said-i Nursi, Ebu Hanife Dineverî.

-Sünni Türklerin mezhep imamı Ebu Hanife de Kürt, öyle mi?

-Maalesef! Acı ama gerçek! Ebu Hanife Dineverî hem çok büyük bir astronomdur, hem çok büyük bir İslam alimidir, İslam tarihçisidir. Beş ciltlik bir nebatlar kitabı vardır. Beşinci cildi Kürdistan'daki endemik bitkiler üzerine yazılmış.

-Kürtçe mi yazılmış?

-Hayır. Arapçadır. Bilim dili Arapça o zaman. Sonuçta Kürtler de bir İslam toplumu. Bilim kitaplarını Arapça yazdılar.

[...]

-Sürgün ve mazlum edebiyatından sıyrılmaya davet ediyorsunuz halkınızı?

-Evet. Kendine acımakla bir yere varılmaz. Ben şunu iddia ediyorum. Eğer Kürtler kendilerini toplumsal temelleri ve hikâyeleri doğru olan, bu acı ve mağduriyet dışındaki bir şeyle yorumlayabilselerdi, bu şekilde mağdur söylemin içerisinde kalmasalardı, en aşağı bir yirmi Edward Said çıkardı Kürtlerden.

-Onca acı çekerken bunu yapabilirler miydi?

-Kendi kültürlerinde var bu yetenek. Filistinli Edward Said Hıristiyandı hiç değilse. Gidebileceği pek çok kapı vardı. Siz Müslümansınız, hiçbir yere gidemezsiniz. Irak almaz sizi, Suudi Arabistan almaz. Osman Sebrî diye bir şairimiz vardı, 1993'te öldü. Osman Sebrî'yi Fransa yönetimi Madagaskar'a sürmüştü. Gidebilecek hiçbir yeri yok Kürtlerin. Edward Said en azından Avrupa'ya gidebiliyordu. Ama ne yaptı? Avrupa'nın Med ve Yunan savaşlarından beri 2500 yıldır geliştirdiği oryantalist söylemi bir tane kitapla alaşağı etti. Biz ne yapabiliyoruz?

-Kürtler neyi yapamadı?

-Biz Türkiye'de hangi entelektüelin, hangi akademisyenin, hani bilim adamının Kürtlerle ilgili söylediği bir yalanı çürütebildik? Sadece şunu söylüyoruz, ya işte biz şöyle yaptık, annem şöyleydi, babam şöyleydi, biz annemle tandıra giderdik. Bu değil ki. Dünya çok büyük Nuriye Hanım. Edebiyat nedir? Edebiyat bir insanı anda yakalamaktır. Köyü yakılırken de anı yakalayabilirsiniz, bira parası çıkışmadığı zaman da, tuzluğu uzatırken yere düşürürken de yakalayabilirsiniz insanı. Edebiyat bu ayrıntının, o anın peşindedir. Siz köyü yakılırken bir insanı anlattığınızda da çok iyi anlatamayabilirsiniz, ama tuzluğu düşürdüğü zaman çok iyi anlatabilirsiniz. Edebiyat ideolojiler üstü bir şeydir.

-Kürt siyasi hareketine angaje olan Kürt edebiyatını büyük bir atılım mı bekliyor artık?

-Son dönemlerde yaşanan trajedi bir nebze azalınca bu mümkündür tabii. Kürtler son yüzyılın hiçbir döneminde bugünkü kadar güçlü ve özgür olmadılar Ortadoğu'da. Bu trajik yük, bu halkın yaşadığı acımasız gerçeklik, tabii ki Kürt yazarını büyük ölçüde etkiledi. Çünkü hepsi işkence gördüler, öldürülenler oldu. Şu gün ise o durumun biraz insani bir noktaya yaklaşması, Kuzey Irak'ta bir devletlerinin olması, adlarının pekala kullanılabilmesi edebiyatın üstündeki yükü azalttı. Şimdi artık edebiyata ayıracak daha fazla zamanları var.

Tabii Kürt sorunu çözülürse pek çok insan işsiz kalacak, o da ayrı.

-Çözümsüzlükten beslenenler aç kalacak yani?

-Çok büyük bir rant alanı Kürt sorunu. Mesela siz çok az yeteneklere sahip olup çok önemli yerlere gelebiliyorsunuz. Çok hızlı bir şekilde yükselebiliyorsunuz kamusal alanda. Çünkü Kürt sorunu hakkında yazdığınızda dikkat çekiyorsunuz. Çok daha fazla oy alıyorsunuz bu sorunu derinleştirerek. Oradaki sosyal gerçekliği, politik talepleri, insanların halk olarak taleplerini kabul etmeyerek ya da bizzat onun sözcülüğüne soyunarak. Kürt sorunu bu yüzden çözülmesi en zor sorunlardan birisidir. Kürt sorunu cep telefonu sektöründen bile daha büyük bir rant alanıdır. Kürt sorunu çözülürse Türkiye'de askeriyesinden eğitim sistemine, medyasından ticaretine varıncaya kadar çok insan işsiz kalır. Kürt sorunu olduğu için Doğuda, Güneydoğuda çok rahat bir şekilde devletten ihale alabilen bir kesim var. Devlet orada diyelim ki bir okul yaptıracak. Oradaki Kürt olan ya da Kürt siyasetinin içerisinde olan müteahhite vermiyor, başka birine veriyor. Ya da belediyelerin ihalelerine oranın siyasetine yakın olan Kürtler girebiliyor. Devlet her yıl çok fazla miktarda silah alıyor. Dünyadaki kapitalist ilişkiler içerisinde silah ticareti yapanlar bundan çok büyük paralar kazanıyorlar. Türkiye'deki mevcut yapı bu sorunun olması nedeniyle bu kadar girift, bu kadar çözülmez bir noktada yıllarca. Ergenekon bunun sonucudur.

söyleşen: nuriye akman, 30 ağustos 2009, zaman.

söyleşinin tamamı;
...

28 Ağustos 2009 Cuma

yumuşak ge | sayı üç.

bu sayıda:
bebekler 5 •
üç gün masalı 6 •
olmadığın 12 •
büyük yolculuk-jorge semprun 14 •
sahipsiz şehir korosu 17 •
yine bakacak mıyız yıldızlara 18 •
sudan bir pazarlık 22 •
şiirin estetik değeri ölçülebilir mi? 24 •
ondalık yalanlar 35 •
ayna içinde ayna-michael ende 36 •
dio ed io 40 •
momo-michael ende 42 •
hapishane notları 44 •
esrar dergisi 47 •
intelijansiya 50 •
tutanak 52 •
söz uçar sözcü ölür 60 •
göğü basık ülke 65 •
korku ve titreme-kierkegaard 71 •
ruznâme 72 •
mum – la chandelle 75 •
pinpon hikâye 76 •
.

http://www.yumusakge.com/
.

yıldız ramazanoğlu: din feminizmden fazlasını verir.

Türkiye’deki sosyal problemlere, özellikle kimlik sorununa ciddiyetle eğildiğinizi biliyoruz. Eserlerinizde de buna dair bölümler var. Sürekli, öfkeden uzak ve kuşatıcı bir İslam anlayışını savunuyorsunuz. Bu bağlamda, Türkiye’deki İslamcıların farklı kimliklere bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sözgelimi Kürt meselesinin, Aleviliğe yaklaşımların yahut işçi haklarının bir çözüm arayışı bağlamında İslamcı kesimin gündemini yeterince doldurduğunu düşünüyor musunuz?

Dindar insanlar olarak farklılıkları çok büyütmemiz doğru değil. İnsanın varoluş dramı özde tamamen ortak. Aynı anne babadan geldiğimiz çok açık. Eğer temelde sağlam bir adalet duygumuz olursa cesurca herkesle bir araya gelebilir ve özgüvenle başkalarının hakikatine eğilebiliriz. Zaten İslam tam da bunu ister bizden. Bu konuda eksiklerimiz bencilliklerimiz çekingenliklerimiz ve tereddütlerimiz var. Bunları aşmak için bize yön verecek Kur an ve peygamberimizin Kuran’a dayalı yaşamı son derece aydınlatıcı.

Ülkemizde sizin gibi, kadın çalışmaları yapan Müslüman/İslamcı kadın yazarlar var. Ayşe Böhürler, Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Nazife Şişman bunlardan öne çıkanlar. Bu yazarlar kimi kesimler tarafından “feminist” olarak itham edilmekle birlikte, aralarında bundan rahatsız olmayan, kendisini “feminist” takdim edenler de yok değil. Müslüman bir yazarın feminizme bakışı ne yönde olacak? Ya da kadın hakları konusunda dayanak noktalarımız ne olmalı?

Temelde kadın erkek çatışmasına dayalı kendini kadından yana tanımlayan yaklaşımlara yakın değilim. Fakat tarih içinde İslam’ın temel dinamiklerinden uzaklaşan, kadını aşağılayan kimi saçmalıkların İslam adına öne sürülmesine de şahit olduk. Kadına statü kaybettirici hadisler bile uyduruldu maalesef. Temelde din insana yönelir, cinsiyetçi bir yaklaşım yoktur. Herkesin bir kul bir kişi ve bir mümin olarak kendini gerçekleştirmek ve Allah’ın rızasını en mütekâmil bir şekilde kazanmak için önü yolu açık olmalı.

Tabi bu noktada sormak lazım: Siz hiç feministlikle itham olundunuz mu?

Tabi ki. Her zaman. Fakat ayinesi iştir kişinin. Hak ve adaletten yana durmaya çalışıyorum. Bunu kimin nasıl tanımlayacağı ile ilgilenip vakit kaybetmek istemiyorum. Feminist yaklaşım da doğruları ve yanlışlarıyla insani bir birikim oluşturdu ve bu hak mücadelesi de ilgimi çekti her zaman, okumak, konuşmak, tartışmak için verimli bir alan oldu. Her aynada bakmalı bir Müslüman kendine. İslam feminizmden daha fazlasını vaat ediyor. İki açıklamaya da eğilmesem bunu nereden bilebilirim ki.

Türkiye’deki kadın çalışmaları çoğunlukla teori düzeyinde kalıyor sanki. Bugünün yapısı aksiyona çok izin vermiyor mu? 20–30 sene öncesini düşünecek olursak, mesela Şule Yüksel Şenler’in misyonunu devam ettirecek kadın aktivistler neden eksisi kadar sahnede yoklar?

Her dönemin koşulları araçları tarzı yöntemi farklı olabilir. Ben günümüz Müslüman kadınlarının da büyük bir kısmının olması gerektiği gibi kendini ve İslami ilkeleri çok iyi taşıdığını düşünüyorum. Her zaman zaaflar, eğilip bükülmeler olacaktır ki bu noktada erkekler çok daha büyük zafiyet içinde maalesef. Sanırım vazü nasihat dönemi biraz sona erdi. Şimdi insanları etkileyen yaşam içinde somutlaşan örneklikler. En çok ihtiyacımız olan şey bu.

Kalemi elinize almanıza sebep olan, “evet yazmalıyım” dedirten ne oldu? Bir kırılma noktası var mı?

İlkokul çağlarında yazarak ifade etmenin gücünü fark etmiştim sanırım çocuk aklımla. Şiirler yazıyordum. Yaşadıklarımdan ya da tanık olduğum yaşamdan yola çıkarak yazdığım küçük metinleri okuyunca var olan gerçekliklerin yazarken evrildiğini, içine ruhumdan bir şeyler katılarak genişlediğini hatta başkalaştığını görüyordum. Bu heyecan verici ve tekrar yazmak için tetikleyici.

Çok yönlü bir insan olmak ne güzel. Edebiyata dönecek olursak, son dönem Türk edebiyatı sizce hangi noktada? Beğendiğiniz, varsa sıkı sıkıya takip ettiğiniz diyelim, çağdaş yazarlar kimler?

Çok iyi diyebilirim. İyi şiirler yazılıyor. Roman az belki ama iyi hikâyeler yazılıyor. Türkçenin geliştiğini düşünüyorum. Özellikle romanın daha çok içinde yaşanan toplumsal gerçekliklerin içinde yol almasını dilerim. Kimi romanlar edebi bir üslubu yakalıyor içerik çok soyut. Kimileri de toplumu analiz ediyor ama insanı kuşatan derinlikli edebi bir dili yok. Takip ettiğim yazarlar var. Ama takdir edersiniz ki isim saymak riskli bir şey.

Siz, denemeden öyküye, köşe yazılarından gezi yazılarına kadar geniş bir yelpazede seyrediyorsunuz. Bununla birlikte öykünün hayatınızda daha farklı bir yeri var. İnsana dair çok ince noktalara temas ediyorsunuz, kendi problemlerimize eğiliyorsunuz ki okuyucularınız açısından da sizi özel yapan bu. Neden roman değil de öykü mesela? Öyküyü açınızdan farklı ve özel kılan nedir?

Öykü beni cezp ediyor. Başımı döndürüyor. Başlayınca bir nefeste yazıyorum iskeletini. Yazarken cidden sarsılıyorum. Bir ana ya da duruma kendimce anın olanca şiddetiyle ya da sakinliğiyle yeniden bakmış oluyorum. Öykü mizacıma uygun. Romanın uzun zamana yayılan, içine konu hakkında bütün malzemenin zoraki yerleştirildiği tarz bana uzak. Yine de bir hikâyenin sınırlarını aşan meseleler var kendini yazdırmak isteyen. Uzun soluklu bir zaman nasip olursa olur bir gün belki.

En fazla rağbeti hangi eserleriniz görüyor? Öyküleriniz ve diğer yazılarınız diye bir ayrımdan söz etmek uygun olursa, okuyucunun ilgisi hangi tarafta ağırlığını daha çok hissettiriyor?

Bunu tespit etmek kolay değil. Aslında başka tür diye bir şey yok sanki hayatımda. Hep öykü yazdığım. Gerçek ya da kurgu. İnsanın üzerinden geçen gerçekliğe bakıyorum. Biraz da olsa yavaşlamaya çalışıp “peki öyleyse başka türlü ne olabilir” i arıyorum ve acıları eşitsizlikleri tahammül edilemez olanı aşındırma çabası sanırım yazdığım her ne olursa olsun.

Biraz kişisel olacak ama çok merak ediyorum. Siz yazmanın yanında çokça gezen birisiniz. İçimden Geçen Şehirleri yazdınız. En çok etkilendiğiniz, sizi kendine en çok bağlayan şehir hangisi oldu? Bir şehir insanı neden ve nasıl kendine bağlar?

Bu konuda tam bir şehir romantiğiyim. Gittiğim her şehre neredeyse aşık oluyorum. Nürnberg’de bir ömür boyu yaşarım diye düşünmüştüm, sonra Saraybosna’ da küçük bir evim olsa diye hayal kurdum. Şam’ın yakınlarındaki Busra kasabasına yerleşip orada yaşayabileceğime inandım bir gün. NewYork bende her zaman şefkat ve öfke uyandırıyor. Ankara’yı her zaman özlerim. Fakat şimdi her yerde yaşarım gibi geliyor, ama İstanbul her şeyin her yerin hülasası gibi. Bu yüzden şanslıyız. Allah’a en yakın olduğumuz şehir en güzelidir herhalde. Kalbin yatıştığı, mutmain ve teslim olduğu yer neresiyse.

Peki, yeniden edebiyata dönelim. Çağdaş doğu edebiyatına biraz uzağız galiba. Arap ve Fars yazarları çok takip etmiyoruz. Bunlardan öte Afrikalı ve Uzakdoğulu yazarlardan nerdeyse hiç haberimiz yok. Amin Maalouf kitaplarını Arapça yazsaydı herhalde onu da tanımayacaktık. Hece dergisinin Ortadoğu öykücülüğü konusundaki gayretli çalışmalarını bir kenara koyacak olduğumuzda bu alanın eksikliği ciddi bir biçimde hissediliyor. Bu eksiği gidermeye yönelik çalışmalar yapılıyor mu ülkemizde? Çeviri faaliyetleri ne düzeyde mesela?

Sanırım Kültür Bakanlığı bir şeyler yapıyor. Çok hızlı bir kültür alış verişi yok. Biraz da kişisel çabalar olmalı. Tanıştığımız iyi yazarlar için referans olmalıyız. Bu konularda yatırım yeterli değil diye düşünüyorum. İyi bir araştırma çalışması da şart. Hece’yi kutluyorum bu büyük emek isteyen sayılar için. Çok değerli çabalar, Allah vakitlerini bereketlendirsin.

Sizin söz konusu –Arap, Fars vs- yazarlardan takip ettikleriniz, varsa kimler?

Tercüme edilince ya da İngilizce yayınlanınca izlediğim kişiler var. Aslında hepimizin bildiği kişiler. Tahar ben Jellon, Sadık Hidayet, Hanif Kureyşi, tanıştığım ama Arapça bilmediğimden okuyamadığım Nadia Khost, Miral el Tahawi ve haklarındaki hiçbir yazıyı, haberi ve şiirini kaçırmak istemediğim Furug, Sohrap Sepheri sayabileceğim bazıları…

Peki, şu sıralar ne okuyorsunuz?

F. Aliye’nin Refet’i, Müge İplikçi’nin Kafdağı’’sı, İbrahim Tenekeci’nin bütün şiirleri yeniden, Karagöz, Fayrap, Dergâh eski sayılar. Tarkovsky’den Mühürlenmiş Zaman, sırayla yanımda gezip duruyorlar.

Başucu kitaplarınızı sorsak? Biraz da biz gençlere tavsiye niteliğinde.. “Kesin okunmalı” dediğiniz kitapları merak ediyoruz açıkçası.

Seyyid Kutub’un Fizilal il Kuran’ı, Kandehlevi’nin Hayatü’s Sahabe’si, Sezai Karakoç kitapları, Ali Şeriati ve Cemil Meriç külliyatı, Turgut Uyar’dan Büyük Saat, Hz. Adem , İsa, Ali ve peygamberimizi anlatan ehil ellerden çıkmış siyer kitapları…aslında böyle sorular afallatıyor beni. İnanın çok zorlanıyorum. Haddimi aşmak istemiyorum. Çok kitap var. Zamanla değişir, yeniden kurulur başucu kitapları. Birden şu geliyor aklıma: Mecid Mecidi’nin Baran filmini seyretmeyen kalmasın. Birçok kitaptan iyidir. “hepisinden iyisi bir gönüle girmektir” demek istiyorum absürd bir bitirişle.

E, sormasak olmaz: ufukta yeni kitap projesi var mı?

Hepsi hikâye yazdıklarımın ya, ben de yine bir hikaye kitabı hazırlıyorum. Bir de İstanbul öyküleri yazıyorum.
Yıldız Ramazanoğlu’nun yazmak isteyen gençlere tavsiyeleri neler?

Bu bir tutku. Azim istiyor. Engelleri kaldırmak için kararlılık gerekir. Okura odaklanmaya hiç gerek yok. Uzun vadeli bir çaba. Disiplin emek ve azim istiyor. Neredeyse hayatı adamakla özdeş bir çalışma şart. Her gün yazmak lazım. Kesintiler ketleyebilir. Dünyevi karşılık beklememek şart. Aksi halde yılabilir genç bir insan. İçimizde Allah’a yakın olmakla telif etmeliyiz ki beyhude bir iş olarak görünüp içimizi çürütmesin.

Çok teşekkür ediyoruz Yıldız Hanım.


Söyleşen, Ammar Kılıç.

...

ela gözlüm | paula darwish

kerem et aklından çıkarma beni.