tag:blogger.com,1999:blog-88248472218464826402024-02-19T15:54:52.980+02:00kanat ritimlerizencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.comBlogger183125tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-59181907178384670622010-02-08T14:10:00.002+02:002010-02-08T14:12:58.354+02:00yeni adres.<a href="http://kaderheperkenzamanhepgec.wordpress.com/"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 270px; DISPLAY: block; HEIGHT: 173px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5435844266349315186" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPbvp9DJuQR5pXHEsg87mSiRM2pXLmmaLe3GslEV-jHbhGjY2m8H_bzvoIrdoXnz0ES0oEZHSN7SunJjHEwCiWnkRH9wekYcMqsawMV5TqLylxsS2UznXMsO_MGOHZzXXnVXqBIiH0XhdN/s320/preview.jpg" /></a><br /><div align="center"><span style="font-size:85%;">bundan gayrı bu adresteyim;</span></div><div align="center"><a href="http://kaderheperkenzamanhepgec.wordpress.com/"><span style="font-size:85%;">http://kaderheperkenzamanhepgec.wordpress.com/</span></a></div><div align="center">...</div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-90322361032997308072010-01-09T13:09:00.002+02:002010-01-09T13:14:30.659+02:00orada | muhammet safa<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigji7kVuK8r5PVsizSfiWPqeiTzEAHggSdn6tMcct57sfmcTm7juMMIDx364yv6mmkEYhmUU5Omu0FgMOMUqOXNaX7gBibAe2TRKDA8YWpEOscNz8To6QCja7rM20toE_uni5TDdpNzIk9/s1600-h/Kapak-12_.JPG"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 226px; DISPLAY: block; HEIGHT: 320px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5424696548555231522" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigji7kVuK8r5PVsizSfiWPqeiTzEAHggSdn6tMcct57sfmcTm7juMMIDx364yv6mmkEYhmUU5Omu0FgMOMUqOXNaX7gBibAe2TRKDA8YWpEOscNz8To6QCja7rM20toE_uni5TDdpNzIk9/s320/Kapak-12_.JPG" /></a><span style="font-size:85%;">Hiç gidemeyeceğin bir yer,<br />Mesela bir Paris düşün<br />Sinema salonunda Fransız filmi,<br />17 numaralı salon 89uncu koltuk<br />Ter kokusu, insanı hatırlatan.<br /><br />O zamanlar yeni doğmuş Notre Dame<br />İlkin sırtlarım sanmış dünyayı<br />Olmaz Dame olmaz<br />İnsan inadı işte…<br />Hani alırsın yeni bir kitabı<br />Açılmaz ilk sayfası nazından<br />Öyle bir inat, tatlı bir inat.<br /><br />Yeni doğacak o sıralar Notre Dame<br />Ve Paris’te parfüm revaçta<br />Lümpenler arasında<br />Ter kokuyor insan, ter!<br /><br />[<em>edebiyat ortamı</em>, sayı:12]<br /></span>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-88354394895861747022009-11-15T14:21:00.004+02:002009-11-15T14:28:02.311+02:00güvenli bir sığınak: hülya şekerci | yıldız ramazanoğlu<div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEheP5NtGid_Zs6bstbLCs0L9e2f2gZRuf2qIl8XlWi7S6MZa3G5QP6WddzBeOZ6JXwj_Srx2M1FXKDj1TicvzVC6JqdIIWq5N87fZ4ymZWKPWF5r8rEal7aOop0qOqi88E-DE4HB21e_xiO/s1600-h/h%C3%BClya+%C5%9Fekerci.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; DISPLAY: block; HEIGHT: 213px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404305413273497746" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEheP5NtGid_Zs6bstbLCs0L9e2f2gZRuf2qIl8XlWi7S6MZa3G5QP6WddzBeOZ6JXwj_Srx2M1FXKDj1TicvzVC6JqdIIWq5N87fZ4ymZWKPWF5r8rEal7aOop0qOqi88E-DE4HB21e_xiO/s320/h%C3%BClya+%C5%9Fekerci.jpg" /></a><br /><div align="left"><span style="font-size:85%;">Onu tanıdığımda İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesinde Sosyoloji bölümünü bitirmiş ve İslam Felsefesi alanında yüksek lisansa başlamıştı. Bu arada 28 Şubat sürecinin yarattığı baskı atmosferinin en şiddetle hissedildiği zamanlardı. İnsanlar sınıflandırılıyor ve ağır hak ihlalleri yaşanıyordu. Hakkın hukukun takipçisi olması gereken kurumlar birer birer kapanır ya da kendi kendilerini feshederken 1999’da Özgür–der kuruldu. On yıl önce kurulmuş ve epeyce deneyim kazanmış olan, birçok aşamasında yer aldığım Mazlumder’in kardeş kuruluşudur benim için. Hülya bir yol ayrımındaydı. Ya kişisel kariyerine devam edecek ya da büyük bir teveccühle adı üzerinde ittifak eden derneğin kurucu başkanlık teklifini kabul edecekti.<br /><br />Zaman ne de çabuk geçmiş. Haksöz dergisinin Ekim 2009 sayısında bir cümleyle Hülya Şekerci’nin görevini yine çok değerli bir başka fikir ve eylem adamına, Rıdvan Kaya’ya devrettiğini okuyunca yüzlerce kare geçti gözümün önünden.<br /><br />Beyazıt, Taksim, Saraçhane, Konsolosluk eylemleri; Filistinlilerin, Kürtlerin, başörtülülerin, F-tipi’ni protesto edenlerin, ölmeye yatanların, işgallere uğrayanların, işçilerin, emekçilerin, yok sayılanların yanında; işgalcilerin, darbecilerin, zalimlerin karşısında elinde megafonla sesi kısılıncaya kadar haykırarak, basın toplantıları düzenleyerek, bildiriler yazarak geçen bir on yıl.<br /><br />Genç bir kızın, üç çocuk annesi genç bir kadına dönüşürken, bir yandan da herkesin güvenini kazanarak, “özüyle sözüyle işte insan!” dedirterek meydanlarda büyümesi.<br /><br />Özgür-der benim için de her zaman önemli bir sığınak olmuştur. İstanbul’a taşınmamızdan itibaren karşılaştığım, dine yaslanan kurumlar arasında seçkin yeri olan, kadınlara medeni bir şekilde davranan, yol arkadaşı olarak eşitlikle ve dostça muamele eden emsalsiz bir örgütlenme olarak daima özel bir yeri olmuştur. Kadınlara geleneksel ezberler içinde kuşkuyla yaklaşan nice erkek de bu potada erimiş, buradaki hali benimsemiştir.<br /><br />Hülya, yeni evli genç bir kadın olarak toplumsal yaşamdan çekilip gitmedi, tersine yaşadığı topluma her ahval ve şerait içinde sahip çıkılması gerektiğinin bilincinde biri olarak, yaşam enerjisini evi ve toplumu için paylaştırmayı, zamanını en verimli şekilde örgütlemeyi bilen biri oldu. Yine de teslim etmek gerekir ki onun fedakârca üstlendiği sorumluluklar normalleri zorlayan bir noktada ve bu yönüyle hiç birimize örnek teşkil etmeyecek kadar üst seviyededir.<br /><br />Zaman içinde Özgür-der için ben de dâhil birçok kimse “daha kuşatıcı olmak, tolerans sınırlarını genişletmek lazım” eleştirilerimizi dile getirdik. Fakat onların ilkelerin yozlaşmaması ve belli ölçülerin kaybedilmemesi endişelerine de katılmadan edemedik. Sağlam duruşla sert duruş arasındaki ince çizgide zaman zaman sert, içine girilemez bir zemin imajı verdiklerini söylemek zorundayım. Öte yandan günümüzde her şeyin nasıl toz duman olduğuna tanık olurken de ilkelerin adamı olmanın değerini teslim etmemek mümkün mü?! Bütün hak savunusunu liberal aydınlara havale eden bir eğilimin gittikçe yayılmaya başladığı bugünlerde İslami duyarlılıklara yaslanarak geniş bir adalet halesi oluşturmak, böyle bir zeminden başka iyi insanlarla ortaklaşmak, su gibi ekmek gibi ihtiyaç haline geldi. Bu noktada kendi birikimimizi, İslam’dan yola çıkarak ortaya koymak noktasında Özgür-der’in yaptığı seminer çalışmaları, paneller, forumlar, yayınlanan dergi ve kitaplarla ufkumuzu açtığını teslim etmemiz lazım.<br /><br />Tez yazma aşamasına getirdiği yüksek lisans çalışması yarıda kalsa da Hülya yazmaktan geri durmamıştır.<br /><br />22 Eylül 2002’de “AB süreci ve Müslümanlar” başlıklı forumda, AB’ye girişin nihai hedef olarak algılanmaması gerektiğini, sadece siyasal ve toplumsal bağımsızlığımız için bir aşama olarak görülürse desteklenebileceğini, AB’nin de aslında emperyalist hedefleri olan bir birlik olduğunun unutulmaması gerektiğini söylüyordu. Bu noktada AB’yi kurtarıcı olarak görmek hayalcilikti. Öte yandan düşüncelerimizi rahatça ifade edebileceğimiz ortamlar istediğimizden, sadece bir açılım olarak girilebilirdi. Süreci ve bu süreçte elde edilecek kimi kazanımları destekliyordu.<br /><br />2004’te “İnsan Hakları Algısında Nesnellik” konulu seminerinde ise dünya üzerinde yaşayan Müslüman halklar çok ağır hak ihlalleri yaşarken Batı’nın ulaştığı kısmen de olsa uyguladığı insan hakları normları, despotik Doğu toplumları ile kıyaslanamayacak kadar ileride diyordu. Yanlış olan Batı’nın ulaştığı bu normların Müslümanlar tarafından nihai bir üst kimlik olarak taşınmasıydı.<br /><br />Haksöz’deki (Aralık 2007) “Niteliğin Önemi Niceliğin Belirleyiciliği” adlı yazısında ise, “fitne yeryüzünden kalkana kadar mücadele etmenin gereğine inananlar olarak kitlelere ulaşmanın önemini biliyoruz elbette. Fakat nitelikten yoksun hormonlu bir büyüme küçük darbelerle yıkılan kâğıttan evlere benzer, hoş görünmek için bazı doğruların gizlenmesine yol açabilir” diyordu.<br /><br />“Kadınla İlgili Ayetler ve Perspektif Sorunu” yazısında ise (Haksöz, Mayıs 2008) zulme karşı verilen mücadelenin cinsiyetten bağımsız olması gerektiğini, kadını fitnenin odağı olarak görerek, mümkün olduğunca toplumsal alandan soyutlamaya çalışan geleneğin, ayetler ışığında sorgulanmasının şart olduğunu söylüyordu.<br /><br />Onu defalarca tanık olduğum akşam dönüşlerinde çocuklarına kavuşma anının güzelliğiyle hatırladım şimdi. Bir kez daha şükran duydum. Daha nice kutlu görevlere…</span></div><br /><div align="left"><span style="font-size:85%;">[<em>özgün duruş</em>, sayı 10, 6-12 kasım '09]</span></div><div align="left"><span style="font-size:85%;">...</span></div></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-22318560686404775242009-11-15T13:49:00.003+02:002009-11-15T13:55:16.420+02:00mengüşoğlu'nun çok yönlü kalemi | cihan aktaş<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoIQmVuKLRaZGpf3jflWD4MMyBK2M79B70aUjaJC-h8_FTd11EnyWk1439A54dM7Wl8yOV4ZWnFw7ENJMrPmwwNzU1mQmWvk3SZXFxbvEGqP-9csNbJOoxYzTGg7jwer0UQpoKFHaJzrDc/s1600-h/metin+%C3%B6nal.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 200px; DISPLAY: block; HEIGHT: 255px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404297314702806258" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoIQmVuKLRaZGpf3jflWD4MMyBK2M79B70aUjaJC-h8_FTd11EnyWk1439A54dM7Wl8yOV4ZWnFw7ENJMrPmwwNzU1mQmWvk3SZXFxbvEGqP-9csNbJOoxYzTGg7jwer0UQpoKFHaJzrDc/s320/metin+%C3%B6nal.jpg" /></a><span style="font-size:85%;">Kasım ayı kararan havası ve sıklaşan yağmurlarıyla, kışı çağıran ayazıyla yaz mevsiminin aydınlık günlerini erkence özlenen bir hatıraya dönüştürüyor. Artık haftalarca sıcak günlerin hatıralarıyla avunacak, gün olacak bereketi ve hareketi sadece kitapların dünyasında arayacağız.<br />Adapazarı’nın Kuzuluk beldesinde, Anadolu Eğitim ve Davet Gönüllüleri Platformu’nun hazırladığı bir program kapsamında, berrak görüşlü, açık ufuklu, okumaya düşkün, kimisi de yazar dostlarla iki gün geçirmiştim geçen yazın ortalarında. Herkes kitaplardan söz ediyor, kitaplar, kavramlar, toplumsal meseleler tartışılıyordu.<br /><br />Diğer tarafta doğmaya hazırlanan bir gazeteye isim aranıyordu ki zaman içinde Özgün Duruş ismi öne çıkacaktı.<br /><br />Programda yer alan panel ve konferansların, sohbetlerin genel teması, “erdem”di.<br /><br />Metin Önal Mengüşoğlu, “Ahlak ve Sanatta Erdem” başlıklı panelin konuşmacılarından biriydi. İnsanı tabiatın üzerine çıkartan eser üretme yeteneğini irdeledi Mengüşoğlu konuşmasında. Ruh üflenen insan, tabiattan ayrılıyor. İşini, davranışını kendi elleriyle gerçekleştirmesiyle, kopuyor tabiattan.<br /><br />Yazarımız, çok bilinen kavramları farklı bir açıdan inceleyerek okuyucularının düşünme sınırlarını zorluyor. Mesela “takva”, kalabalıkların içinde kaybolmaktan korkmaktır. Takvalı insan ise kalabalıkların içinde en öne çıkma çabası içinde olan kişidir. Bunun başka bir açıklaması, işini en doğru şekilde yapma azmi olmalı.<br /><br />Ruh üflenen insanda var olan kendi tabiatını yaratma kabiliyetidir takva.<br /><br />Biz 80’li yıllarda bunun tam tersini öğrenmiştik oysa: Takvalı olmak, kalabalıkların arasında kaybolmakla, kendi şahsiyetini cemaat içinde eritmek ve görünmez kılmakla aynı şeydi sanki.<br /><br />Ahlak ve sanat, ruhta yerleşik iki meleke; Arapça halega kökünden türemiş kelimeler. Sanat ile ahlak arasındaki akrabalık, sanatta “güzel yapma”, ahlakta ise “iyi yapma” şeklinde cereyan ediyor. “Umarım böylece bu iki akraba, araya giren uzun zaman ve mesafe engelini aşarak birbirine kavuştular. İnşallah hiç ayrılmazlar bir daha”, diye yazıyor Mengüşoğlu, Vahiy ve Sanat isimli kitabında.<br /><br />Mengüşoğlu’nu önce Ben Asyalı Bir Ozan isimli şiir kitabıyla tanımış, daha sonra ise Dr. S’de yazarımızın ilginç öykü evreniyle tanışmıştım. Öptüm Kara Gözlerinden isimli eseri, bir babanın kız evladına yaklaşımındaki taze bir görüşün temsili açısından olsun, açık yürekli ifadeleri ve sürükleyici dili açılarından olsun bir hayli çarpıcı gelmişti bana. Bu denemeler toplamı, bir babanın tahsilini sürdürebilmek için ülkesinden uzaklara giden kızıyla sürdürdüğü söyleşiler üzerinden çocukluğu ve gençliğiyle, eşiyle ilişkileriyle, ütopyasıyla ve bütün olarak içinde bulunduğu, aşmaya ya da yeniden tanımlamaya çalıştığı kültürle hesaplaşması olarak okunabilir.<br /><br />Ne yazık ki Düşünmek Farzdır isimli eserine henüz ulaşamadım Mengüşoğlu’nun; pek çok kitapçıya sordum. Galiba baskısı tükenmiş.<br /><br />Kelime dergisinden itibaren yazdıklarını önemli bularak okumayı önemsediğim, ufuk açıcı bir kalem Mengüşoğlu. Her düşünceyi farklı açıdan görüyor, bir başka istikamete çekiyor, uzaklaşıyor düşüncesinin merkezinden, farklı diyarlara yelken açıyor; ve fakat her seferinde o merkeze dönmeyi başarıyor. Şu var ki o merkeze kendini yenilemiş olarak, yeni ve dinamik anlamlar kazandırdığı kelimelerle dönüyor. Kendisini rahatsız edecek de olsa söylenmesi gereken sözü sarfetmekten geri durmuyor. Bu özellikleri nedeniyle da Mengüşoğlu bana Ali Şeriati ve Cemil Meriç’i hatırlatıyor.</span><br /><div><span style="font-size:85%;"></span></div><br /><div><span style="font-size:85%;">[<em>taraf</em>, 9 kasım '09]</span></div><div><span style="font-size:85%;">.</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-39671873574537705292009-11-15T13:36:00.002+02:002009-11-15T13:49:03.414+02:00mantığın püskülleri.<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCaDDEbFBSn9ziM18uGkPLJF2iKYf0sVz4fcHzFghRj0XFIyJ2pNK5YoRoEE0r4fDOPGLkAYXeDV6jiaHoldqvBz6QGMcflXmrWMhW3a1-qif_cX420w4fEvbBvFombWItFTDqGipUmP9d/s1600-h/ufuk+uras.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; DISPLAY: block; HEIGHT: 155px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404295900462840466" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCaDDEbFBSn9ziM18uGkPLJF2iKYf0sVz4fcHzFghRj0XFIyJ2pNK5YoRoEE0r4fDOPGLkAYXeDV6jiaHoldqvBz6QGMcflXmrWMhW3a1-qif_cX420w4fEvbBvFombWItFTDqGipUmP9d/s320/ufuk+uras.jpg" /></a><span style="font-size:85%;">Kürt açılımı görüşmelerinde sert suçlamaların havada uçuştuğu Meclis oturumunda Ufuk Uras ile CHP’liler arasında renkli diyaloglar yaşandı. İşte Meclis salonunda gülüşmelere neden olan o diyaloglar:<br /><br />TACİDAR SEYHAN - Bir on dakika daha konuşsun!<br /><br />BAŞKAN - Sayın Uras, süreniz doldu.<br /><br />ŞAHİN MENGÜ - On dakika daha verin.<br /><br />MEHMET UFUK URAS - Efendim, bağırmaya gerek yok. Bağıranlar en haklı olsaydı otobüs terminallerindeki çığırtkanların en haklı meslek grubu olması gerekirdi.<br /><br />ŞAHİN MENGÜ - Saygısızlık etme!<br /><br />MEHMET UFUK URAS - Çok özür dilerim. Yani, biz 10 Kasım gibi bir özel gündemde milletvekilliğimizi unutup “aç aç” gecesinde kendimizi zanneden milletvekillerinden değiliz.<br /><br />MUHARREM İNCE - AKP’nin alkışlamasından çok memnunsun galiba! Yazıklar olsun sana!<br /><br />MEHMET UFUK URAS - Bağırmayın arkadaşım! Husumet bloklaşmasına ve suç kaynağına dönüşen koruculuk sistemi böyle devam edemez. İtirazınızda sorun Milli Eğitim Bakanıdır. Mantık derslerine müfredatta biraz daha ağırlık verse böyle manzaralarla karşılaşmayız.</span><br /><div><span style="font-size:85%;"></span></div><br /><div><span style="font-size:85%;">[<em>gazeteler</em>, 15 kasım '09]</span></div><div><span style="font-size:85%;">.</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-50209368896260225072009-11-12T13:27:00.003+02:002009-11-12T13:33:30.093+02:00albino VII: türk şoförü<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIaMFJ8UyoAzr83P57aJPUjnyxeStJJWe1vGjLCRfPYrLNtTtuK5SUVw_1uM_gO2axUS9MT3pwAU28EpIKnfLE3reH_ShUNJ0HcDkcKxFo-MaZxsh4sC9lwQYxaWCSeQm860VHJ4PSVJwM/s1600-h/afis77.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 212px; DISPLAY: block; HEIGHT: 299px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5403178390561219826" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIaMFJ8UyoAzr83P57aJPUjnyxeStJJWe1vGjLCRfPYrLNtTtuK5SUVw_1uM_gO2axUS9MT3pwAU28EpIKnfLE3reH_ShUNJ0HcDkcKxFo-MaZxsh4sC9lwQYxaWCSeQm860VHJ4PSVJwM/s320/afis77.jpg" /></a> hayat mizah edebiyat dergisi albino VII. sayısını ulaştı.<br />ankara'da;<br />birleşik kitabevi‘nde, tuna cad. 3/1 kızılay<br />turhan kitabevi‘nde, yüksel cad. no:8/32 06650 kızılay<br />...<br /><a href="http://kulupdilemma.wordpress.com/2009/11/04/albino-vii-turk-soforu-cikti/">http://kulupdilemma.wordpress.com/2009/11/04/albino-vii-turk-soforu-cikti/</a><br />...zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-12514327019759438922009-11-11T23:34:00.002+02:002009-11-11T23:42:44.462+02:00insanlıktan çıkmak | mustafa kutlu<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEii-W_berg3J7CaxxKjUq4lB_1_y7gx1PyUkvR9P1YJEQ8Hae1gb7gSJieywZigx3TACgkiT10Qu6ncM5TqeRiwVegfxglgrKdrF0Oj8d6_CWf7R-wHU6GIGQfbjTVpL0uKmB0gj6-rb68Y/s1600-h/yatahamm%C3%BClyasefer.jpg"><img style="TEXT-ALIGN: center; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 222px; DISPLAY: block; HEIGHT: 320px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5402964185906378834" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEii-W_berg3J7CaxxKjUq4lB_1_y7gx1PyUkvR9P1YJEQ8Hae1gb7gSJieywZigx3TACgkiT10Qu6ncM5TqeRiwVegfxglgrKdrF0Oj8d6_CWf7R-wHU6GIGQfbjTVpL0uKmB0gj6-rb68Y/s320/yatahamm%C3%BClyasefer.jpg" /></a><br /><div><span style="font-size:85%;">Büyü bozuldu. Belki bu yüzden edebiyatın yerini medya aldı. Eski dünyanın bizi uçuran şiirsel bir yanı vardı, şimdi şiir bir yürek burkuntusu sadece.<br /><br />Hayretimizi, şaşkınlığımızı yitirdik. Oysa insan korkar, şaşar, hayret eder, ürker, dehşete kapılır vesaire.<br /><br />Havai fişeklerin rengarenk patlamaları, gökyüzünü boyamaları ile misket bombasının patlatılması nasıl da birbirine benziyor. Utanmasak “eğlenceli” diyeceğiz.<br /><br />Acaba utanmak hâlâ gündemde mi; yoksa alay konusu edileli çok mu oldu?<br /><br />Bakın geçen yıl bir “sahte rakı” operasyonu dolaştı dillerde.<br /><br />Önce Menekşe sahilinde yaşlı bir alkoliğin cesedi bulundu. Yapılan inceleme sonucu adamın alkol zehirlenmesinden (sahte rakı) öldüğü anlaşıldı.<br /><br />Sahte rakının peşine düşen polis çeteyi yakaladı. Çete reisinin bu işi defalarca yapmış, içeri girip çıkmış birisi olduğu anlaşıldı.<br /><br />“Ne var bunda” diyeceksiniz değil mi?<br /><br />Demeyin.<br /><br />Sahilde ölen ihtiyarın bu adamın babası olduğu anlaşıldı. Yani adam oğlunun imal ettiği rakıdan içerek ölmüş.<br /><br />İş bu kadarla kalsa iyi. Meğer bu ihtiyar da bu işin ustasıymış, o da sahte rakı imalatından defalarca içeri girmiş çıkmış.<br /><br />İşte size bir “Babalar ve oğulları” hikâyesi. İnanılır gibi değil. Ama medyada öyle cinayetler görüyor, öyle dehşetli sahneler seyrediyoruz ki; bu tuhaf-acı-şaşırtıcı olay bir oyun, bir skeç gibi algılandı. Kah kah gülenler bile oldu.<br /><br />Demek ki ölümün, işkencenin, toplu imhanın, bombaların, yıkılan evlerin, kaçışan insanların, kolu bacağı kopmuş çocukların görüntüsü bizi artık kazımıyor.<br /><br />Kimse ekranın kapatmıyor.<br /><br />Kimsenin kılı kıpırdamıyor.<br /><br />Amerika Irak'a girdi, gireli seneler oldu, milyonun üzerinde insan öldü, medeni dünyanın umurunda değil.<br /><br />Her iki buçuk saniyede dünyada açlıktan bir çocuk ölüyor, kimsenin umurunda değil.<br /><br />Hissiyatımız (insanlığımız) dumura uğradı.<br /><br />Gösteriler yapılıyor, bayraklar sallanıyor, nutuklar atılıyor, bütün bunlar ekran süsü gibi haber bültenlerine hareket katmaktan öteye gitmiyor.<br /><br />Elbette bütün bunların bir sebebi vardır. O sebep malumdur. İnsanlığa insan olmayı öğreten “ahlâk”tan uzaklaşmak. (Öyle ki ahlâk bizi Allah'a götürecek diye ödü kopanlar “etik” kelimesine sığındılar). Ahlâkın bir tek kaynağı vardır. İlahî emir ve yasaklar. Öte dünya inancı, hesap günü. Yüzyıllardır bunun bir “safsata” olduğu pompalanıyor. Sen gününü gün et, ânı yaşa, kendini sev. Altta kalanın canı çıksın.<br /><br />Hesap gününü hesaba katmayan bir “adalet” olur mu? Olur.<br /><br />Güçlünün koyduğu kanun budur. Veyl mağluplara. Ama kan ve gözyaşından elde edilen servet sahibine huzur vermiyor. Sahip evinin etrafını duvarlarla, dikenli tellerle çeviriyor. Site kapısına güvenlik elemanları yerleştiriyor. Hiç inmiyor arabasından, etrafa bakmıyor. Haberleri ona ileten âletler, insanlar, casuslar, görevliler, laboratuarlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, ilim adamları, aktörler, bankalar kankalar var.<br /><br />Yine de uyumadan önce kapısına vurduğu beş açılmaz kilidi defalarca kontrol ediyor.<br /><br />Nafile. Beyhude.<br /><br />Ruh sağlığı giderek bozuluyor. Ne içki, ne sex, ne uyuşturucu, ne doktor, ne ilaç içindeki yangını söndürmüyor. İçin için yanıyor adam; bu sebeple sağa sola saldırıyor. Bu adam insanlıktan çıkmıştır artık. Şefkat, merhamet, nedamet, feragat, cömertlik, sabır, şükür, rikkat, hürmet, hizmet onu terketmiştir.<br /><br />Ne yazık ki hepimiz o adamın bindiği jipi, oturduğu evi, yüzdüğü havuzu, yediği havyarı, yatağa attığı hatunları, gezdiği bakir köşeleri, yediği kanlı kızartmaları, bir işareti ile rakiplerini yerle bir etmesini istiyor; adamın gücüne tapıyoruz.<br /><br />Dinden çıkmak başka nasıl olur?<br /><br />İyi uykular.</span></div><div><span style="font-size:85%;"></span> </div><div><span style="font-size:85%;">[<em>yeni şafak</em>, 11 kasım '09]</span></div><div><span style="font-size:85%;">...</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-42323143334525759932009-10-07T20:16:00.005+02:002009-10-07T20:22:29.800+02:00sivil ve demokratik anayasa konferansı | 10-11 ekim 2009<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2mHYFF1Et3Gj7nijq1d-eF3wIt9JzqMI9PDuzkZem8roi6r_vx2ZOctUZh_skR-ipZjeW1L3K6fOv1syO1iuC6x0hTDT3KM-DyNUzs41WFpw45fKqH5RVTrm0RfNOzvO6_GyVg40QbAT3/s1600-h/%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1c%C4%B1.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5389925004303292290" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 265px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2mHYFF1Et3Gj7nijq1d-eF3wIt9JzqMI9PDuzkZem8roi6r_vx2ZOctUZh_skR-ipZjeW1L3K6fOv1syO1iuC6x0hTDT3KM-DyNUzs41WFpw45fKqH5RVTrm0RfNOzvO6_GyVg40QbAT3/s320/%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1c%C4%B1.jpg" border="0" /></a><br /><div><span style="font-size:85%;">1.GÜN – 10 EKİM CUMARTESİ<br /><br />AÇILIŞ – 10.00 / 10.30<br />Murat Belge<br /><br />1.OTURUM – 10.30 / 12.30<br />Yeni Bir Toplum Sözleşmesi Olarak Demokratik Anayasa İhtiyacı<br /><br />Oturum Başkanı : Sami Selçuk<br /><br />* Özgürlükçü Bir Anayasanın Temel Nitelikleri : Kezban Hatemi<br />* Türkiye’de Anayasa Yapımı : Levent Köker<br />* Ayrımcılık ve Merkeziyetçiliğe Karşı Çoğulculuklu Buluşma: Aysel Tuğluk<br />* Anayasa Yapımında Evrensel Tecrübe, Bilgi Paylaşımı ve Dayanışma : Mithat Sancar<br />* Demokratik Anayasa İçin Siyasi Uzlaşma İmkanları : Abdurrahman Kurt<br /><br />2. OTURUM 13.30 / 15.30<br />Özgürlükçü Bir Anayasaya Doğru: Resmi İdeoloji Kaynaklı Gerilim Alanları<br /><br />Oturum Başkanı : Fatmagül Berktay<br /><br />* Anayasalardaki Vatandaşlık ve Türklük Tanımları : Mesut Yeğen<br />* Otoriter Laikliktn Özgürlükçü Laikliğe : Bilal Sambur<br />* Askeri Vesayet : Melek Göregenli<br />* Statükonun Korunmasında Yargı : Ergin Cinmen<br /><br />3. OTURUM 16.00 / 18.00<br />Demokratik Bir Anayasaya İçin Koşulların Oluşturulması ve Güçbirliğinin Önemi :<br /><br />Oturum Başkanı : Erol Katırcıoğlu<br /></span></div><br /><div><span style="font-size:85%;">* Demokratik Bir Anayasanın İnşası İçin : Hilal Kaplan<br />* İnisiyatifi Devletten Topluma Geçirebilmek : Bekir Berat Özipek<br />* Cinsiyetçi Olmayan Bir Anayasa : Hülya Gülbahar<br />* Barış Ortamının Tesisi ve Demokratik Anayasa : Vahap Coşkun<br />* Demokratik Anayasa Arayışında Harç Olabilmek : Oral Çalışlar<br /><br />2. GÜN – 11 EKİM PAZAR<br /><br />1.OTURUM – 10.00 / 13.00<br />FORUM 1<br />Demokratik Anayasaya Girişimlerinde Bulunabilmek : Yöntem ve İçerikte Uzlaşmaya Doğru<br /><br />Oturum Başkanı : Gençay Gürsoy<br /><br />( Davet edilen siyasi parti ve oluşumlar )<br />AK Parti, DTP, DSİP, EMEP, LDP, ÖDP, SP, SHP, Yeşiller Partisi, 10 Aralık Hareketi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, Demokratik Toplum Kongresi, Özgürlükçü Sol Hareket<br /><br />2.OTURUM – 13.30 / 15.30<br />Demokratikleşme Sürecini Birlikte Örgütleyebilmek Sivil ve Demokratik Anayasa İnisiyatifi İçin İşbirliği<br /><br />Oturum Başkanı : Ayhan Bilge<br /><br />( STK ve kitle örgütleri )<br />Alevi Bektaşi Federasyonu, Anayasa Kadın Platformu, Barış İçin Kadın Girişimi, Barış Meclisi, Başkent Kadın Platformu, Çağdaş Hukukçular Derneği, Diyarbakır Barosu, DİSK, Genç Siviller, Halkevleri, Hak-İş İnsan Hakları Derneği, KESK, Liberal Düşünce Topluluğu, MAZLUM- DER, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi, Türkiye Gönüllü Teşeküller Vakfı, TMMOB, Türk Tabipler Birliği, Türkiye Protestan Kiliseler Birliği, 78’ler Vakfı Girişimi<br /><br />TARTIŞMALAR – 16.30 / 17.30<br /><br />Sonuç Bildirgesi ve Kapanış<br /><br />10 / 11 Ekim 2009<br />Angora Otel<br /><br />İstanbul Caddesi Kazım Karabekir Kavşağı / Ulus / Ankara<br />İletişim İçin : ( +90) 537 602 74 73, </span><a href="mailto:konferans2009@hotmail.com"><span style="font-size:85%;">konferans2009@hotmail.com</span></a></div><br /><div><span style="font-size:85%;"></span></div><div><span style="font-size:85%;"><a href="http://www.sahibindenanayasa.com/index.php?route=detail_content&id=813">http://www.sahibindenanayasa.com/index.php?route=detail_content&id=813</a></span></div><div><span style="font-size:85%;">...</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-16775087330015055182009-10-07T20:13:00.003+02:002009-10-07T20:23:07.094+02:00altyazı | ekim '09<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHb4jwf6juzhMswNVa7bHFRW0UKrV67jHxUQtritSI85GjaubX-WHJS9EaDtKBg1Ga1jcWn920AOU-jgpo0-o26pYA4wZRR5upvfDDVSu953QAPTj8aHs6XnxRvnzm8M023PMuYPklv360/s1600-h/ekimaltyaz%C4%B1.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5389922999081617506" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 232px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjHb4jwf6juzhMswNVa7bHFRW0UKrV67jHxUQtritSI85GjaubX-WHJS9EaDtKBg1Ga1jcWn920AOU-jgpo0-o26pYA4wZRR5upvfDDVSu953QAPTj8aHs6XnxRvnzm8M023PMuYPklv360/s320/ekimaltyaz%C4%B1.jpg" border="0" /></a><br /><div align="left"><span style="font-size:85%;">İKİ DİL BİR BAVUL<br />Bir iletişimsizlik aracı olarak ‘dil’<br /><br />50. YILINDA YENİ DALGA<br />8 yönetmenden 8 film ile Yeni Dalga’ya bugünden bakmak<br /><br />UZAK İHTİMAL<br />Mahmut Fazıl Coşkun’dan bol ödüllü bir ilk film<br /><br />AŞKIN (500) GÜNÜ<br />En son ‘gençlik fenomeni’<br /><br />SAM RAIMI<br />‘Korkunun auteur’ü son filmiyle köklerine dönüyor<br /><br />ALTIN PORTAKAL ve FİLMEKİMİ<br />Ekim ayının iki vazgeçilmez festivalini değerlendirdik<br /><br />Aylık Sinema Dergisi Altyazı, 88. sayısının kapağına Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın belgeseli İki Dil Bir Bavul’u taşıyor. Denizlili bir öğretmenin, tüm öğrencilerin Kürtçe konuştuğu bir köy okuluna atanmasını ve anadil farklılığından dolayı öğretmen ve öğrenciler arasında yaşanan iletişimsizliği sade bir dille aktaran İki Dil Bir Bavul, filmi Türkiye’deki güncel politik bağlamı içerisinde değerlendiren iki ayrı yazıyla ele alınıyor.<br /><br />Derginin son sayısının büyük bir bölümü ise Yeni Dalga’nın (Nouvelle Vague) 50. yıldönümü için hazırlanmış özel içeriğe ayrılmış durumda. Yıllardır üzerinde yazılıp çizilen bir akımın ne olduğunu tarif etmekten ziyade günümüzden Yeni Dalga’ya bakınca neler gördüğümüzü, kimi klasikleşmiş kimi kıyıda köşede kalmış sekiz Yeni Dalga filmiyle inceleyen dosyada Altyazı yazarları, Alain Resnais’nin Hiroşima Sevgilim, François Truffaut’nun Çalıntı Öpücükler, Jean-Luc Godard’ın Vivre sa vie ve Agnès Varda’nın Yersiz Yurtsuz gibi filmlerinin kendilerinde bıraktığı izler üzerinden ‘Yeni Dalga ruhu’ denen kavramı filmlerin içinde arıyorlar.<br /><br />Altyazı’nın Ekim sayısında dikkat çeken diğer filmlerden bazıları ise şöyle: Yukarı Bak / Up (Pete Docter), Ölümcül Tuzak (Kathryn Bigelow), Son Vampir (Chris Nahon), Günışığı Temizleme Şirketi (Christine Jeffs), Pontypool: Öldüren Kelimeler (Bruce McDonald), Hayatın Tuzu (Murat Düzgünoğlu), Tıkanma (Clark Gregg), Donmuş Irmak (Courtney Hunt).</span></div><div align="left"><span style="font-size:85%;">...</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-29131254251883127302009-09-24T05:30:00.003+02:002009-09-24T05:38:57.765+02:00yalsızuçanlar: bediüzzaman, bu toprakların vicdanı olmuştur<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHfHztoWEIBAi4YkR9_ECjk5UqbVgswxHKo9F2gOwEEKPdWrODd5VMP2ifErlp3WyP_M7MMV5YYfLuxzsmPkgW7nQkELfcIP2Em8lSeheD_qIC_hYGOq2tlSEPaGDD3CCg-nhRlgnCQlxH/s1600-h/sadik03.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5384873148626069074" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 202px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHfHztoWEIBAi4YkR9_ECjk5UqbVgswxHKo9F2gOwEEKPdWrODd5VMP2ifErlp3WyP_M7MMV5YYfLuxzsmPkgW7nQkELfcIP2Em8lSeheD_qIC_hYGOq2tlSEPaGDD3CCg-nhRlgnCQlxH/s320/sadik03.jpg" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><em>Geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları’ndan “Dem” adıyla bir roman yayınlandı. Romanın özelliği Bediüzzaman’ı farklı bir üslûpla anlatmasıydı. Yazar Sadık Yalsızuçanlar “Dem bütün malzemelerini kendi hayatımdan alan bir kitap” diyor ancak bu malzemelerle hayat seyrini değiştiren başka bir hayatı, yani Bediüzzaman’ın fikrî hayatını bizlere ustaca aktarıyor. Biz de Yalsızuçanlar’la kalbindeki, ruhundaki, aklındaki Bediüzzaman’ı konuştuk… </em></span><br /><div><span style="font-size:85%;"><em></em></span></div><div><span style="font-size:85%;"><em>Dem romanını nasıl bir iştiyakla yazdınız?<br /></em><br />Açık olmak gerekirse Bediüzzaman’la ilgili bir kitap yazmak için bu kitabı yazmadım. Öykü ve roman yazarken ‘Ben bir kitap yazayım’ niyetiyle yazmıyorum. Son dönemde yazdığım romanlar yaşadığım ruh halleriyle ilgili. Kendim için ihtiyaç duyarak yazıyorum. Elimden bir tek yazmak geldiği için… Kendimi açıkçası yazar olarak da görmüyorum, ama yazı denen şeyle ilişkim olduğunu hissediyorum. Her romanın otobiyografik tarafı vardır. Yazar neyi anlatırsa anlatsın bir ruh göçü yaşar. Hz. Şems'i de anlatıyorsa Niyazi Mısri’yi de anlatıyorsa veyahut Deli Petro’yu da anlatıyorsa ruh göçü yaşayarak Bediüzzaman’ın tabiriyle onun kalbine, ruhuna misafir olur bir nev'î hulul eder. Onun lisanıyla tekellüm eder. Dem bütün malzemelerini kendi hayatımdan alan bir kitap. Hikâyemi üniversiteye kadar ancak getirebildim onun için birkaç kitap daha yazacağım. Bediüzzaman’ı tanıma hikâyem benim açımdan değerli…<br /><br /><em>Bize bu hikâyeyi anlatır mısınız?<br /></div></em></span><br /><div><span style="font-size:85%;">Benim çocukluğum ve gençliğimin ilk yılları Malatya’da geçti. Dedem Sadık, Nakşi dervişiydi. Uzun saçlıydı, saçlarını örerdi. Kürt baskın melezdi. Babaannem Ermeni kökenli samimî bir Müslümandı. Dedemle babaannem ara sıra beraber zikir çekerlerdi. Dedem Adnan Menderes’i severdi. Babam tuhaf bir şekilde Halk Partiliydi ve partinin delegesiydi. Ancak geleneksel inançları olan biriydi. Babam sinema işletirdi. Onun için benim hafızamda yerli yabancı bir çok film mevcut. Cumhuriyet modernleşmesinden yeterince nasibini almış bir aileydik. Yaralı ve geniş bir aileydik. Biz daha çok anne tarafıyla birlikte yaşıyorduk. Büyük dayım kabadayı idi. Dev Yolcularla ilişkisi vardı. Küçük dayım ise alkol bağımlısıydı. Ailemizde kavga ve gürültü eksik olmazdı. Çözülmekte olduğumuzu hissediyordum.<br /><br /><em>Böyle bir ailevî yaşantıyla Risâle-i Nur arasında nasıl bir bağlantı kurdunuz?<br /></em><br />Ben lise ikideydim. Boş derste gezerken liseye bitişik ulaştırma taburunun dikenli telleri arasından temiz yüzlü, kumral, çakır gözlü peltek konuşan bir adamın beni çağırdığını fark ettim. Gittim tanıştık. Bana çok sıcak davrandı. Kendisi Almanca öğretmeni imiş ve yedek subaylık hizmetini ifa ediyormuş. Beni hafta sonu sohbet ettiklerini söylediği bir eve dâvet etti. Dem’de ilk gidişimdeki heyecanı ve şaşkınlığı anlatmaya çalıştım. Türkiye’nin büyük hikâyesi içinde bu karşılaşmanın önemli boyutu oluşturduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin dinî, sosyolojik, ekonomik kaderinde Bediüzzaman’ın açtığı çığır merkezde yer alıyor.<br /><br /><em>Muhtemelen Nur Medresesine gittiniz. Oraya girdiğinizde neler hissettiniz?<br /></em><br />Çok şaşırdım. Gramerleri, oturup kalkışları, çehreleri farklıydı. Ortak davranış kodları varmış gibi hareket ediyorlardı. Çok sıcak, sade ve samimîlerdi. Onların bana erişkin bir insanmış gibi davranmaları beni çok etkiledi. Çok hijyenik, temiz bir ortamdı. Orda kırmızı ciltli kitabı açtılar. Mağfiretin rengi olan kırmızının Bediüzzaman’ın tercihi olduğunu sonradan öğrendim. İlk okunduğunda yıldırım çarpmış gibi oldu. Ayaklarım bir anda yerden kesildi. Bediüzzaman gökle yerle temasını kuran adam. Biz olağan alanlarda kaybettiğimiz şeyi olağanüstü âlemlerde bulabiliyoruz. Bediüzzaman sizi o âleme çekiyor.<br /><br /><em>Yani ilâhî mesaja…<br /></em><br />Yeniden hikmete…Modern zamanlar 19. yy değil 15. yy’dan başlar. Kitlesel ve küresel karaktere sahiptir. Sadece Amerika, Avrupa, Orta Asya ve Doğu’yla ilgili değil bir sel gibi önünde ne varsa katıp götürüyor. Birkaç klan dışında modernleşmeden etkilenmeyen hiçbir insan ve topluluk yoktur. Bu süreçte insanın adım adım hikmet ve irfanla bağları zayıfladı, örselendi, koptu. Bu insanda olduğu gibi toplumunda ruhunda ve kalbinde gerçekleşti. Hikmet ve irfan okunarak dinlenerek değil hazır olarak, yola girerek ve yaşanarak elde edilir.<br /><br />Mevlânâ’ya ‘aşk nedir?’ diyorlar ‘Beni onda bil’ diyor. Bediüzzaman doğrudan hikmetin kalbinde oturan bir adam. Kendisine hikmet verilmiş bir adam. “Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir”in sırrına ermiş bir zat…<br /><br /><em>Bediüzzaman’ın açtığı yolun Türkiye’nin kaderinde büyük rolü var diyorsunuz. Ancak bir çok Nur Talebesi bu etkinin farkında değilmiş gibi konuşuyor?<br /></em><br />Türkiye’nin sosyolojisinde, siyasî hafızasında binlerce Risâle-i Nur ve Bediüzzaman’a karşı açılmış dâvâlar var. Otuz yılı tecritlerde ve işkencelerde geçmiş hakikate adanmış bir hayat. Son devrin mazlûmlarına yapılan işkenceler üç beş yıl sürmüş ancak Bediüzzaman’a yapılan işkenceler sistematik olarak otuz yıl sürmüş. Bu Bediüzzaman’ın mazhar olduğu sırla ilgili.<br /><br />Efendimiz’e (asm) ve Allah’a ne kadar yakın ve aşık olursanız bunun bedeli o kadar ağır olur. Türkiye’nin dinî hafızası Nurculuğun tarihiyle dolu. Fakat Bediüzzaman bir hizip oluşturmuş değildir. Bediüzzaman’ın öğretisi cihanşümul, kozmolojik ve kozmiktir. Dili ve grameri de öyledir.<br /><br /><em>Hakikaten Bediüzzaman neden farklı bir dile ihtiyaç hissetmiştir?<br /></em><br />Yesevî, Hemedanî gibi değişik âlimlerin değişik zamanlarda yaptığını Bediüzzaman 20. yy’da yapmıştır; insanların hikmetle ve irfanla bağları koparıldığı için iki sözlüğü bir arada kullanmıştır. Modern zamanların sorularına hikmet geleneğinden yeni cevaplar üretmek gerektiğini fark etmiş kendine verilen zenginlikle yeni gramer meydana getirmiştir. O sözlüğün anlamı yeniden gelenekle köprü kurmaktır. Modern zamanlardaki kırılma daha şiddetli olduğu için hizmetini daha ödünsüz bir şekilde yürütmüştür. Hediye kabul etmemesini sadece kul hakkıyla açıklamak mümkün değildir. O hakikatin pürüzsüz bir şekilde tecelli etmesi için üzerinde bir toz parçası bile bulunmayan bir ayna olması gerektiğini fark etmiş. İnsanlarla ve iktidarla ilişkisini bu minvalde yürütmüş.<br /><br /><em>Risâlelerin Türkiye’nin siyasî, ekonomik, toplumsal ve ahlâkî konuda büyük izler bıraktığını söylediniz. Bunu biraz daha izah eder misiniz?<br /></em><br />Bediüzzaman’ın daha çok ahlâkî bir zemin kurma derdinde olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Gayr-ı ahlâkî bir zeminde ahlâkî anlamda siyaset yapılamayacağını, ticaret yapılamayacağını görüyordu. Bu anlamda öncelikle zeminin ahlâkîleşmesi için çaba göstermişti. Ahlâkın büyük oranda referansının din olduğunun da farkındaydı. Esasen sorun ahlâkîydi, ama özü itibariyle dinî, imanî idi. İmana vurgusunu da bu açıdan değerlendirmek lâzım. Bediüzzaman, bizim modernleşme içeriğimize, biçimimize, yöntemlerimize itiraz ediyordu. Zaman, haklılığını gösterdi. Modernleşme adı altında köktenci bir sekülerleşme, dünyevîleşme, dinden, kutsaldan arınma anlaşıldı. Biçimsel bir algı ile sorunlara yaklaşıldı. Şekle ilişkin şeyler çözüm diye önerildi hatta dayatıldı. Tabiî, modernleştirici seçkinlerin despotik uygulamaları, özgürlüğü yok edecek biçimde bir politika yürütmeleri, toplumsal yapıda ciddî sorunlar üretti. Bediüzzaman hem ferdiliğini korudu, hem özgürlük tutkusundan vazgeçmedi, hem de ‘bu topraklar’ın yeniden irfanla, kelâmla, hikmetle mayalanması için çaba gösterdi. Ekonomik ve siyasal değişim içinöncelikle zeminin değişmesi gerektiğini bugün herkes fark etmiş durumda.<br /><br /><em>Bu ülkede Bediüzzaman yaşamamış gibi davranmak nasıl bir durum?<br /></em><br />Bunu, yaşadığı dönemde siyasal ve kültürel elitler yapıyordu. Ama boşa çıktı. Sonradan kimi dinî gruplar ve kanaat önderleri de kıskançlıktan, kendi yöntemlerini, kendi gruplarını fazla önemsemekten benzeri bir yanlışa düştüler, Bediüzzaman’ı yok saymak istediler. Bunun da, bugün geldiğimiz idrak ve algı düzeyleri bakımından bir anlamı kalmamıştır. Bugün, insaf ve idrak sahibi herkes, Bediüzzaman’ın, bu topraklarda durdurulmuş olan geleneksel medeniyetimizin yeniden hareketlenmesi için ne denli işlevsel ve etkin işler yaptığını, toplumun kalbine nasıl müdahale ettiğini, bu topraklara ne türden tohumlar ektiğini biliyor, görüyor.<br /><br /><em>Tarih bütün gerçekliğiyle yazılsa Bediüzzaman Türkiye tarihinde nasıl bir karakter olarak karşımıza çıkar?<br /></em><br />Yüksek insanlık bilgisinin, özgürlüğün, nasıl erdemli olunabileceğini kusursuz bir örneği olarak, diyebiliriz. Bediüzzaman, bu toprakların vicdanı olmuştur. Bunda dost düşman herkes müttefiktir. Anadoluyu yeniden mayalamıştır. Bu anlamda bir modern zamanlar bilgesidir, azizidir. Kelâmı yeniden ifade etmiştir. Kelâm derken bir ‘İslâmî ilim’ alanını kastetmiyorum, logos’u, hakikat-i Muhammediyeyi kastediyorum. Beşeri insan yapan sırrı kastediyorum.<br /><br /><em>Kendisine açılan dâvâlar neden bu kadar çok?<br /></em><br />Malcolm X’in bir sözü vardır : ‘Tarih boyunca, meselenin şah damarını elinde tutan insanlar daima büyük tepkilerle karşılaşmıştır’ der. Bu, Bediüzzaman için fazlasıyla geçerlidir. O, kalbini doğrudan insanın kalbine vuruyor.<br /><br /><em>Siz Nur ekolünün cihanşümul olduğunu söylüyorsunuz. Öyleyse hâlâ neden kendi ülkesinde hak ettiği değer verilmiyor?<br /></em><br />Az önce konuştuğumuz gibi Bediüzzaman’ın dili ve içeriği, cihanşümuldür. Kozmik bir dili, dünyası var. Zaten okuma zorluğu da buradan kaynaklanıyor. O cihanşümul gelenekle ilişkilerimiz bugün çok problemlidir. Modern zamanlar dediğimiz şeyin zaten başta karakteri budur. Geleneksel hikmetle ilişkilerimizde bir yırtılma hatta kırılma yaşadık. Bediüzzaman’ın diline, dünyasına nüfuz etmede bu yüzden bir güçlük yaşıyoruz. O büyük, muazzam semavî sofra çekildi. Biz, geride kalanlarla yetiniyoruz. Bediüzzaman, o sofrayı yeniden önümüze serdi. Bizi dâvet etti. Değer atfedenlerin bizatihi kendilerinin değerli olması, o değerle değerlenmiş olması gerekiyor.<br /><br /><em>Siz Risâle’nin dilinin özgün olduğunu söylediniz. Peki insanlar “anlamıyoruz deyip sadeleştirilsin” diyor. Sizce insanların emek harcaması mı lâzım yoksa dilinin orijinalinin uzaklaştırılması mı lâzım…<br /></em><br />Sözlüğe aşina olmak ayrı bir şeydir yani sözlük ayrıdır, anlamın şiirselliği ve evrenselliği ayrıdır. Daha doğrusu şöyle diyeyim. Geleneksel hikmetin diline yabancılaşmış insanlar açısından bir sözlük sorunu olduğu kesin. Bu, Bediüzzaman’ın ‘dilinin anlaşılması’ndan çok, bizim o sözlükle aramızdaki sorunla ilgilidir. Her şey için emeğe ihtiyaç var. Kaldı ki, hikmet, okunarak elde edilebilen bir şey değil. Hikmetin dili, sembol ve sükuttur. Sessizlik, sadece söylenmeyeni içermez, söylenemeyeni de kuşatır. Ama, nazarla değil kelâmla mayalayan insanlar konuşur ve yazarlar. Bediüzzaman, ikinci sınıftandır. Anlam sorunundan çok, bizim onu anlama sorunumuz var. Bu da hem hazırlanmayı gerektiriyor hem de emek harcamayı.<br /><br /><em>Sizce bu kadar yok sayılmalarına rağmen Nur ekolleri devlet tarafından takip ediliyor mudur?<br /></em><br />Tabiî ki… Devlet kendisini, kamusal alanı, toplumsal olanı ilgilendiren her şeyi, herkesi, her olguyu dikkatle izler. Bu normaldir. Önemli olan devletin nasıl algıladığı, ne türden tepkiler verdiği, nasıl ve niçin izlediğidir.<br /><br /><em>Bir de Said Nursî’nin demokrasi taraftarı olmadığı şeriatı savunduğu noktasında tartışmalar var. Sizin görüşünüz nedir?<br /></em><br />Bediüzzaman, şeriat ile özgürlük arasındaki ilişkiye çok kafa yormuş. Özgürlüğü refere ederken, tanımlarken böylesi bir ahlâkî gönderme alanına başvuruyor. İman ne kadar güçlü olursa özgürlük o kadar parlar, diyor. Saadet asrını örnek veriyor. Bu anlamda, Bediüzzaman’ın, katılımcı, çoğulcu bir demokrasi algısına, katılım kanallarının tümüyle açık olduğu bir siyasal ortama imada bulunduğunu söyleyebiliriz.<br /><br /><em>Sizce Kürt sorunu konusunda Bediüzzaman’ın bakış açısı nasıldır? Bugünün tartışmaları çerçevesinde değerlendirebilir misiniz?<br /></em><br />Kürt sorunu dediğimiz şeyin içeriğinde ve boyutunda, Bediüzzaman’dan bu yana pek çok değişiklik yaşandı. Ama, öze, esasa ilişkin belirleme ve önerilerinde hâlâ haklılığını koruyor. Örneğin aralarında Kürtçenin de bulunduğu birkaç dilde eğitim-öğrenim önermişti, bu, bugün de gündemimizde. İnsanların etnik kimliklerini Allah’a sipariş edemediklerini veri alarak milliyetçiliğin patolojik bir şey olduğunu söylemişti, bu, bugün Kürt sorununa ilişkin konuşmaya başlarken her insaf ve iz’an sahibinin ilk adımda veri aldığı bir şey. Daha adem-i merkeziyetçi bir yapıdan yanaydı. Bugün yerinden yönetimin güçlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor herkes. Tabiî, onun, çeşitli zamanlarda, çeşitli olay ve olgulara ilişkin sözlerinin yeniden okunması gerekiyor. Aslolan ilkesel düzeyde önerdiklerinin üzerinde durulmasıdır.<br /><br />Bediüzzaman’ın temel itirazı tümüyle seküler ve etnisiteye dayalı bir devlet ve siyaset kurgusuna idi. Bu kurgunun ciddî patolojiler üreteceğini önceden görmüştü. Etnisiteyi refere eden bir ulus kurgusunun, bir ulus-devlet kurgusunun ciddî anlamda reaksiyonlar üreteceğini, ırkçılığı besleyeceğini biliyordu. Kürt sorununun sadece bir kimlik değil, aynı zamanda bir refah sorunu, bir ‘eğitim’ sorunu, bir zihniyet ve kimlik sorunu olduğunu, yani bunların toplamından ibaret olduğunu söylüyordu.</span></div><br /><div><span style="font-size:85%;"></span></div><div><span style="font-size:85%;">[ <em>röp. h. hüseyin kemal, yeni asya, 18 eylül '09</em> ]</span></div><div><span style="font-size:85%;">...</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-84556246651553211282009-09-21T03:36:00.006+02:002009-09-21T03:46:07.113+02:00yüce diriliş partisi'nde bayramlaşma.<div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVx0pWojKDbe4QCOeomfLAyJ13x_iCOMk2NhprJ7ERGR7P2LDUVollZ6MuUH2V-t72k9bSI26z9YNfTcKY09MpNBKv-2wVYmhF3R1mDhXqBB5PGzKDXrkWzMnDdC-VLJk9XiJUZCM_eYmR/s1600-h/dirili%C5%9F.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5383729814057796578" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 213px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVx0pWojKDbe4QCOeomfLAyJ13x_iCOMk2NhprJ7ERGR7P2LDUVollZ6MuUH2V-t72k9bSI26z9YNfTcKY09MpNBKv-2wVYmhF3R1mDhXqBB5PGzKDXrkWzMnDdC-VLJk9XiJUZCM_eYmR/s320/dirili%C5%9F.jpg" border="0" /></a><span style="font-family:georgia;font-size:85%;">21 Eylül 2009 Pazartesi, yani Ramazan Bayramı'nın 2. günü, saat:15:00-17:00'de Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Merkezinde bayramlaşma merasimi yapılacaktır. Tüm diriliş erlerine duyurulur.</span><br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><div align="center"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı</span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">A. Sezai Karakoç</span></div><br /><div align="center"><a href="http://www.yucedirilis.org.tr/"><span style="font-size:85%;">http://www.yucedirilis.org.tr</span></a></div><div align="center">...</div></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-43839732179176254262009-09-03T02:44:00.004+03:002009-09-03T02:50:49.944+03:00edebiyat ortamı 10 | eylül-ekim<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjq43Q1b8vPWAYD2EL_jD6__1McUhJRSyQvNwg7YWUiUDs76AiUnszohi9UZVrD0TtoksJ2haCyTMvMkSRQ3bP24Q0PCidW3Oxnls1fC0KFKVtsbhj_yRew4S0Qe49krCGG_pidsGR-YiN3/s1600-h/kapak10.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5377021314838085026" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 226px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjq43Q1b8vPWAYD2EL_jD6__1McUhJRSyQvNwg7YWUiUDs76AiUnszohi9UZVrD0TtoksJ2haCyTMvMkSRQ3bP24Q0PCidW3Oxnls1fC0KFKVtsbhj_yRew4S0Qe49krCGG_pidsGR-YiN3/s320/kapak10.jpg" border="0" /></a> <div align="center"><a href="http://edebiyatortami.blogspot.com/"><span style="font-size:85%;">http://edebiyatortami.blogspot.com/</span></a></div><div align="center">...</div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-43120221021480690772009-08-31T09:47:00.010+03:002009-08-31T10:11:06.515+03:001 eylül'de ''barışa adanmış filmler''<div align="left"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhifWlsH4fFx7Z7qhkP-iMRa-crQN4prB3oFuBvhW9mbF3rhlbYlmV_i5tBjA22RUs7_8ZlWnYtmDzy_2AsTfHTvGguBu-8K192YE3gmzuNMJF36uUPflmVmLQLukQAwk5l3zvUtFjLou9/s1600-h/logo_documentarist.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376020144651796626" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 238px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhifWlsH4fFx7Z7qhkP-iMRa-crQN4prB3oFuBvhW9mbF3rhlbYlmV_i5tBjA22RUs7_8ZlWnYtmDzy_2AsTfHTvGguBu-8K192YE3gmzuNMJF36uUPflmVmLQLukQAwk5l3zvUtFjLou9/s320/logo_documentarist.jpg" border="0" /></a> <span style="font-size:85%;">1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla DOCUMENTARIST, arşivindeki barış temalı filmlerden oluşan bir seçkiyi Hollanda Başkonsolosluğu’nun işbirliği ile yeniden seyirciyle buluşturuyor. “Barışa Adanmış Filmler” başlıklı seçkide, dünyanın dört bir köşesindeki savaş/barış deneyimlerini anlatan, benzer süreçlerden geçmiş toplumların tanıklıklarını yansıtan yedi önemli belgesel yer alıyor. Barışı inşa etmeye başlamak için öncelikle geçmişle yüzleşmek gerektiğini, kalıcı bir barışın geçmişte yaşanan acıların inkarından değil onunla hesaplaşmaktan, unutmaktan değil hatırlamaktan geçtiğini gösteren filmler bunlar.<br />Hepsi de dünya çapında ses getirmiş ödüllü belgesellerden oluşan yedi filmlik seçki, 1-2-3 Eylül 2009 tarihlerinde Beyoğlu’nda Hollanda Başkonsolosluğu’na bağlı tarihi kilise Union Church’te ücretsiz olarak gösterilecek. (SON DAKİKA: Estela Bravo'nun Arjantin'in "kayıp çocukları" üzerine yaptığı "Kimim Ben?" adlı belgeseli de seçkiye eklenmiştir.) </span><br /><div align="left"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;"></span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">PROGRAM</span></div><br /><div align="center"><span style="font-size:85%;"><em>1 Eylül, Salı</em></span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">18:00 Kayıp Vatan, 53’ + Eve Dönüş, 25’</span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">19:30 Grozni Rüyası, 95’<br /></div></span><br /><div align="center"><span style="font-size:85%;"><em>2 Eylül, Çarşamba</em></span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">18:00 Gülüyor muyum Görmek İçin, 59'</span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">19:30 Cenin’in Kalbi, 89’</span></div><div align="center"><br /><span style="font-size:85%;"><em>3 Eylül, Perşembe</em></span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">18:00 Kimim Ben?, 75’ </span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">19:30 Burma VJ, 85’</span></div><div align="center"><span style="font-size:85%;">...</span></div><div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiix5lwJoG4OmwoKWfzzkrE0gz1m5wqjUqiwu9rQhCSyjmdO3HWxc3_gquKFpD048cO0NEk95Z0ykRGmqDnCacNmm7GjMvD2scSOEWIWpef5k7Vx0jpWQ6R1lQFiU7hsmeWp2uxgg5sCB-/s1600-h/The+Heart+of+Jenin.jpg"><span style="font-size:85%;"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376017711581972930" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 214px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiiix5lwJoG4OmwoKWfzzkrE0gz1m5wqjUqiwu9rQhCSyjmdO3HWxc3_gquKFpD048cO0NEk95Z0ykRGmqDnCacNmm7GjMvD2scSOEWIWpef5k7Vx0jpWQ6R1lQFiU7hsmeWp2uxgg5sCB-/s320/The+Heart+of+Jenin.jpg" border="0" /></span></a><span style="font-size:78%;">[cenin'in kalbi]</span></div><br /><div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6N_zQyYmGe9-TT6pR1wf10KzZ6WgsG11g8GGxCSH97mulnYrA33q4SQN5jrf4Id_oSSyfEKH4RdH4pEUzoDF2cu9BHMjQaFkHAGk4A0mdN7ZrzivSBPn6Zc0WdvtLp6ZbadN3WFpqsnFJ/s1600-h/His_Lost_Land.jpg"><span style="font-size:85%;"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376017548697453554" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 227px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6N_zQyYmGe9-TT6pR1wf10KzZ6WgsG11g8GGxCSH97mulnYrA33q4SQN5jrf4Id_oSSyfEKH4RdH4pEUzoDF2cu9BHMjQaFkHAGk4A0mdN7ZrzivSBPn6Zc0WdvtLp6ZbadN3WFpqsnFJ/s320/His_Lost_Land.jpg" border="0" /></span></a><span style="font-size:78%;">[kayıp vatan]</span></div><br /><div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgFYvMQBEw1LfjzTjvYAdsbzrsIIQXT0zyA81WM4HQCZdqk0WsOwHHcJCmR0139-tB0Y8FV-xYW_tzDJryDlK_8atk5z6AWSfOWJxUYhY-bzL9tdSf1k4o4-EPmNWjgRp8yTU-peQ7HRTx/s1600-h/to_see_if_im_smiling.jpg"><span style="font-size:85%;"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376017388329870946" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 180px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjgFYvMQBEw1LfjzTjvYAdsbzrsIIQXT0zyA81WM4HQCZdqk0WsOwHHcJCmR0139-tB0Y8FV-xYW_tzDJryDlK_8atk5z6AWSfOWJxUYhY-bzL9tdSf1k4o4-EPmNWjgRp8yTU-peQ7HRTx/s320/to_see_if_im_smiling.jpg" border="0" /></span></a></div><div align="center"><span style="font-size:78%;">[gülüyor muyum görmek için]<br /></span></div><div align="center"><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkngqiLZvy6zuovhumNkF3LkuG3FPCIEc0e02ZVeR9raDgLqCxwwwgMk6h6KcOEekyRRkaMT-C-kSiAuyiQJCqfx6FjNMSBbLo754dPMT0eMJzF19HZALJp1zfmnlNkON3Q6LoOO5Fgsq8/s1600-h/GroznyRuyasi.jpg"><span style="font-size:85%;"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376017235214807010" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 240px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkngqiLZvy6zuovhumNkF3LkuG3FPCIEc0e02ZVeR9raDgLqCxwwwgMk6h6KcOEekyRRkaMT-C-kSiAuyiQJCqfx6FjNMSBbLo754dPMT0eMJzF19HZALJp1zfmnlNkON3Q6LoOO5Fgsq8/s320/GroznyRuyasi.jpg" border="0" /></span></a><span style="font-size:78%;"> [grozni rüyası]</span><br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgq0S0q1n59DwXCpJ50UTwKJfH6lJ60zH2vVSs7aHbrmLD-wiN7W13ClGDZ1oMmmorrJoaL1DTcKU_9ooGRBd0EtrFwEtdrBEQntly9Eg2IsGvI3QzzC6lDoLDzNBxGP7P4jitLazNP4o5z/s1600-h/BurmaVJ_2.JPG"><span style="font-size:85%;"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376016997953294642" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 256px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgq0S0q1n59DwXCpJ50UTwKJfH6lJ60zH2vVSs7aHbrmLD-wiN7W13ClGDZ1oMmmorrJoaL1DTcKU_9ooGRBd0EtrFwEtdrBEQntly9Eg2IsGvI3QzzC6lDoLDzNBxGP7P4jitLazNP4o5z/s320/BurmaVJ_2.JPG" border="0" /></span></a><span style="font-size:78%;"> [burma vj - kapalı bir ülkeden haberler]</span><br /><span style="font-size:85%;">...</span><br /><a href="http://www.documentarist.com/"><span style="font-size:85%;">www.documentarist.com</span></a><br /><span style="font-size:85%;">...</span> </div></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-30085629787338749052009-08-31T09:06:00.003+03:002009-09-03T02:55:05.379+03:00fayrap 19 | eylül '09<div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZDzOItfXEfwWu9tBLUawZQK1mkQ7V2VBunUJ8hW_pWHQupQbiS3OQq8CWbjc_-Hxk-axQuwfAMlQi1X6xVC9kbLmq5npIUx4LuxT4RfDaE9o8lppy3nkf21m_WC7IgNQIyPAglCIHTG-N/s1600-h/Fayrap_19.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5376005639091941042" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 227px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZDzOItfXEfwWu9tBLUawZQK1mkQ7V2VBunUJ8hW_pWHQupQbiS3OQq8CWbjc_-Hxk-axQuwfAMlQi1X6xVC9kbLmq5npIUx4LuxT4RfDaE9o8lppy3nkf21m_WC7IgNQIyPAglCIHTG-N/s320/Fayrap_19.jpg" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"> </span><a href="http://fayrap.blogspot.com/"><span style="font-size:85%;">http://fayrap.blogspot.com/</span></a></div><div align="center">... </div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-55481448836710663472009-08-31T07:55:00.004+03:002009-08-31T08:03:40.481+03:00selim temo: kürtçeye en büyük haksızlığı kürtler yaptı.<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1YBjQgCBdDQhbxSibjjMsMY0cV7lQfAguucgY7FcNnUwmJ8BITXo5_QfK-5-PYbMOpI5KooCuQyAXYWPruqePHKFbPBbVVs0W49urwWx3rPCzlv-r7ZxwnvbXFY6_qHQuWYJZOvQyOdBr/s1600-h/temo.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5375989055185538274" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand; HEIGHT: 150px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh1YBjQgCBdDQhbxSibjjMsMY0cV7lQfAguucgY7FcNnUwmJ8BITXo5_QfK-5-PYbMOpI5KooCuQyAXYWPruqePHKFbPBbVVs0W49urwWx3rPCzlv-r7ZxwnvbXFY6_qHQuWYJZOvQyOdBr/s320/temo.bmp" border="0" /></a><span style="font-size:85%;">[...]<br />-<em>Anadilde eğitim için yeterli eğitimci var mı peki?<br /></em><br />-Anadilde eğitim için sadece Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt nüfusu içinde düşündüğümüzde iki yüz bine yakın öğretmen gerekiyor. İşte sosyal bilgiler, fen bilgisi, inkılap tarihi, edebiyatı Kürtçe bilen insanlar gerekiyor. Şu anda böyle bir kadro yok. Bu yüzden bu talep haklı olmakla birlikte gerçekçi değil. On sene sonra ben Kürtçe fakülteler görüyorum, belki bütün eğitimi Kürtçe, Türkçe, İngilizce olan. Çünkü bu sadece Kürtlerle ilgili bir mesele değil. Kürtlerin Kürt kültürüne hapsedilmemeleri gerekir. Dünyayı takip etmeleri gerekir. Kürt edebiyatı sadece Kürtlerin birbirini anladığı, Kürtlerin sevdiği bir edebiyat olamaz.<br /><br />-<em>Yani kalkış noktanız Kürt milliyetçiliği değil diyorsunuz.<br /></em><br />-Asla. Tabii Kürt meselesi Türkiye'de çok ideolojikleştirildi. İdeoloji, gerçeklik hakkında yanlış bilinç demektir. Artık onun içerisinden çıkamıyoruz. O kadar çok yalan söylendi ki bu yalanlar gerçeğin yerini almaya başladı. Şu anda biz belki yalanların üretildiği süreç kadar uzun bir zaman diliminde onların yerine doğruları koymakta zorlanacağız. Kürtçe hem çok eski bir yazılı tarihi, yazılı edebiyatı olan bir dil, hem büyük eserleri, mesnevileri, mevlitleri, bilimsel kitapları olan bir dil.<br /><br />-<em>Türkler uzun süre Kürtçe diye bir dil yok yalanını söylediler. Kürtlerin söylediği, kendilerini de inandırdıkları en büyük yalan neydi?<br /></em><br />-Şudur: "Biz mağduruz. Tarih boyunca hep haklı ve mağdur idik. Hiç kimseye zulüm etmedik, hiçbir halkın topraklarına girmedik". Oysa 1204 yılında Bangladeş Kürtlerin elindeydi. Bangladeş'e kadar işgal etmişlerdi. 980 yılında Kürtlerle Vikingler Bakü kapılarında savaşıyorlardı. Viking sikkelerinde görebilirsiniz. Viking tarihinde geçer bunlar. Halen Yemen'de yaşayan Kürt asilzadeleri vardır. Cezayir'de yaşayan Kürt aşiretleri vardır. Yani bir zamanlar emperyal bir halktı Kürtler de. Varlığınızı bu tarihi mağduriyet yalanı üzerine kurduğunuz zaman yaptığınız ve söylediğiniz her şey doğru kabullenilmeye başlıyor. Çünkü siz mağdur olduğunuz için anlayışla karşılanmayı bekliyorsunuz. Kürtçeye en büyük haksızlığı bence Kürtler yaptı.<br /><br />-<em>Ne yaparak?<br /></em><br />-Dili sadece politik bir karşı çıkışın simgesi haline getirerek. Yıllar önce bir Kürt siyasetçisinin bir tanımı vardı. Birinin ellerini, ayaklarını bağlıyorsunuz. Serçe parmağını azıcık hareket ettirmesine "terör" diyorsunuz, "ihanet" diyorsunuz. Böyle bir toplum serçe parmağı ile kendi üzerine bu kadar düşünemezdi. Biz neydik, nereden nereye geldik, dünyaya bizim katkımız nedir? Dünyaya neden ikinci bir Selahattin Eyyubî'yi veremedik?<br /><br />-<em>Gerçekten yok mu ikinci bir Selahattin Eyyubî?<br /></em><br />-Bence var. Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Mevlanâ Xalit, Baba Tahir Üryan, Said-i Nursi, Ebu Hanife Dineverî.<br /><br />-<em>Sünni Türklerin mezhep imamı Ebu Hanife de Kürt, öyle mi?<br /></em><br />-Maalesef! Acı ama gerçek! Ebu Hanife Dineverî hem çok büyük bir astronomdur, hem çok büyük bir İslam alimidir, İslam tarihçisidir. Beş ciltlik bir nebatlar kitabı vardır. Beşinci cildi Kürdistan'daki endemik bitkiler üzerine yazılmış.<br /><br />-<em>Kürtçe mi yazılmış?<br /></em><br />-Hayır. Arapçadır. Bilim dili Arapça o zaman. Sonuçta Kürtler de bir İslam toplumu. Bilim kitaplarını Arapça yazdılar.<br /></span><br /><div><span style="font-size:85%;">[...]<br /></span></div><br /><div><span style="font-size:85%;">-<em>Sürgün ve mazlum edebiyatından sıyrılmaya davet ediyorsunuz halkınızı?<br /></em><br />-Evet. Kendine acımakla bir yere varılmaz. Ben şunu iddia ediyorum. Eğer Kürtler kendilerini toplumsal temelleri ve hikâyeleri doğru olan, bu acı ve mağduriyet dışındaki bir şeyle yorumlayabilselerdi, bu şekilde mağdur söylemin içerisinde kalmasalardı, en aşağı bir yirmi Edward Said çıkardı Kürtlerden.<br /><br />-<em>Onca acı çekerken bunu yapabilirler miydi?<br /></em><br />-Kendi kültürlerinde var bu yetenek. Filistinli Edward Said Hıristiyandı hiç değilse. Gidebileceği pek çok kapı vardı. Siz Müslümansınız, hiçbir yere gidemezsiniz. Irak almaz sizi, Suudi Arabistan almaz. Osman Sebrî diye bir şairimiz vardı, 1993'te öldü. Osman Sebrî'yi Fransa yönetimi Madagaskar'a sürmüştü. Gidebilecek hiçbir yeri yok Kürtlerin. Edward Said en azından Avrupa'ya gidebiliyordu. Ama ne yaptı? Avrupa'nın Med ve Yunan savaşlarından beri 2500 yıldır geliştirdiği oryantalist söylemi bir tane kitapla alaşağı etti. Biz ne yapabiliyoruz?<br /><br />-<em>Kürtler neyi yapamadı?<br /></em><br />-Biz Türkiye'de hangi entelektüelin, hangi akademisyenin, hani bilim adamının Kürtlerle ilgili söylediği bir yalanı çürütebildik? Sadece şunu söylüyoruz, ya işte biz şöyle yaptık, annem şöyleydi, babam şöyleydi, biz annemle tandıra giderdik. Bu değil ki. Dünya çok büyük Nuriye Hanım. Edebiyat nedir? Edebiyat bir insanı anda yakalamaktır. Köyü yakılırken de anı yakalayabilirsiniz, bira parası çıkışmadığı zaman da, tuzluğu uzatırken yere düşürürken de yakalayabilirsiniz insanı. Edebiyat bu ayrıntının, o anın peşindedir. Siz köyü yakılırken bir insanı anlattığınızda da çok iyi anlatamayabilirsiniz, ama tuzluğu düşürdüğü zaman çok iyi anlatabilirsiniz. Edebiyat ideolojiler üstü bir şeydir.<br /><br />-<em>Kürt siyasi hareketine angaje olan Kürt edebiyatını büyük bir atılım mı bekliyor artık?<br /></em><br />-Son dönemlerde yaşanan trajedi bir nebze azalınca bu mümkündür tabii. Kürtler son yüzyılın hiçbir döneminde bugünkü kadar güçlü ve özgür olmadılar Ortadoğu'da. Bu trajik yük, bu halkın yaşadığı acımasız gerçeklik, tabii ki Kürt yazarını büyük ölçüde etkiledi. Çünkü hepsi işkence gördüler, öldürülenler oldu. Şu gün ise o durumun biraz insani bir noktaya yaklaşması, Kuzey Irak'ta bir devletlerinin olması, adlarının pekala kullanılabilmesi edebiyatın üstündeki yükü azalttı. Şimdi artık edebiyata ayıracak daha fazla zamanları var.<br /><br />Tabii Kürt sorunu çözülürse pek çok insan işsiz kalacak, o da ayrı.<br /><br />-<em>Çözümsüzlükten beslenenler aç kalacak yani?<br /></em><br />-Çok büyük bir rant alanı Kürt sorunu. Mesela siz çok az yeteneklere sahip olup çok önemli yerlere gelebiliyorsunuz. Çok hızlı bir şekilde yükselebiliyorsunuz kamusal alanda. Çünkü Kürt sorunu hakkında yazdığınızda dikkat çekiyorsunuz. Çok daha fazla oy alıyorsunuz bu sorunu derinleştirerek. Oradaki sosyal gerçekliği, politik talepleri, insanların halk olarak taleplerini kabul etmeyerek ya da bizzat onun sözcülüğüne soyunarak. Kürt sorunu bu yüzden çözülmesi en zor sorunlardan birisidir. Kürt sorunu cep telefonu sektöründen bile daha büyük bir rant alanıdır. Kürt sorunu çözülürse Türkiye'de askeriyesinden eğitim sistemine, medyasından ticaretine varıncaya kadar çok insan işsiz kalır. Kürt sorunu olduğu için Doğuda, Güneydoğuda çok rahat bir şekilde devletten ihale alabilen bir kesim var. Devlet orada diyelim ki bir okul yaptıracak. Oradaki Kürt olan ya da Kürt siyasetinin içerisinde olan müteahhite vermiyor, başka birine veriyor. Ya da belediyelerin ihalelerine oranın siyasetine yakın olan Kürtler girebiliyor. Devlet her yıl çok fazla miktarda silah alıyor. Dünyadaki kapitalist ilişkiler içerisinde silah ticareti yapanlar bundan çok büyük paralar kazanıyorlar. Türkiye'deki mevcut yapı bu sorunun olması nedeniyle bu kadar girift, bu kadar çözülmez bir noktada yıllarca. Ergenekon bunun sonucudur.</span></div><br /><div><span style="font-size:85%;"></span></div><div><span style="font-size:85%;"><em>söyleşen: nuriye akman, 30 ağustos 2009, zaman.</em></span></div><br /><div><em><span style="font-size:85%;"></span></em></div><div><em><span style="font-size:85%;">söyleşinin tamamı;</span></em></div><div><a href="http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=886291&title=selim-temo-ergul-kurtceye-en-buyuk-haksizligi-kurtler-yapti"><span style="font-size:85%;">http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=886291&title=selim-temo-ergul-kurtceye-en-buyuk-haksizligi-kurtler-yapti</span></a></div><div><span style="font-size:85%;">...</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-9327219141220109342009-08-28T02:42:00.001+03:002009-08-28T02:44:08.410+03:00yumuşak ge | sayı üç.<div align="center"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj57oMH6Q6s6FJDlDFnBVK80Bso7QKFQXbg8MnWtBh4R2gegmCWKGD2uCbBx2Gi0LCF11WJGQmNnB0PgNjo0jfNQnN2K_cU3x-J6gEn2vAuEj1loOd9HYBF1IWyGGwlm-KUNAhal37MRvli/s1600-h/untitled.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5374793523813516258" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 195px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj57oMH6Q6s6FJDlDFnBVK80Bso7QKFQXbg8MnWtBh4R2gegmCWKGD2uCbBx2Gi0LCF11WJGQmNnB0PgNjo0jfNQnN2K_cU3x-J6gEn2vAuEj1loOd9HYBF1IWyGGwlm-KUNAhal37MRvli/s320/untitled.bmp" border="0" /></a> <span style="font-size:85%;"><em>bu sayıda:</em><br />bebekler 5 •<br />üç gün masalı 6 •<br />olmadığın 12 •<br />büyük yolculuk-jorge semprun 14 •<br />sahipsiz şehir korosu 17 •<br />yine bakacak mıyız yıldızlara 18 •<br />sudan bir pazarlık 22 •<br />şiirin estetik değeri ölçülebilir mi? 24 •<br />ondalık yalanlar 35 •<br />ayna içinde ayna-michael ende 36 •<br />dio ed io 40 •<br />momo-michael ende 42 •<br />hapishane notları 44 •<br />esrar dergisi 47 •<br />intelijansiya 50 •<br />tutanak 52 •<br />söz uçar sözcü ölür 60 •<br />göğü basık ülke 65 •<br />korku ve titreme-kierkegaard 71 •<br />ruznâme 72 •<br />mum – la chandelle 75 •<br />pinpon hikâye 76 •<br />.</span><br /><span style="font-size:85%;"><a href="http://www.yumusakge.com/">http://www.yumusakge.com/</a></span><br /><span style="font-size:85%;">.</span><br /></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-61736037201688779902009-08-28T02:31:00.004+03:002009-08-28T02:39:00.521+03:00yıldız ramazanoğlu: din feminizmden fazlasını verir.<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjo90cElfD2vm6cljIVNANTxeTDbAnWJgeFLxNd7cZP6WwFOXYyehZlxOcLQJlSspQVwqqdFcq-EUZzE7H-5DMA84eTuIAAyB0eBT8vmoZ7Im6b-eLJjNIzwBA2moFhrmFEuafAjZNUyWfI/s1600-h/yr.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5374792044859861362" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 213px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjo90cElfD2vm6cljIVNANTxeTDbAnWJgeFLxNd7cZP6WwFOXYyehZlxOcLQJlSspQVwqqdFcq-EUZzE7H-5DMA84eTuIAAyB0eBT8vmoZ7Im6b-eLJjNIzwBA2moFhrmFEuafAjZNUyWfI/s320/yr.jpg" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><em>Türkiye’deki sosyal problemlere, özellikle kimlik sorununa ciddiyetle eğildiğinizi biliyoruz. Eserlerinizde de buna dair bölümler var. Sürekli, öfkeden uzak ve kuşatıcı bir İslam anlayışını savunuyorsunuz. Bu bağlamda, Türkiye’deki İslamcıların farklı kimliklere bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sözgelimi Kürt meselesinin, Aleviliğe yaklaşımların yahut işçi haklarının bir çözüm arayışı bağlamında İslamcı kesimin gündemini yeterince doldurduğunu düşünüyor musunuz?</em><br /><br />Dindar insanlar olarak farklılıkları çok büyütmemiz doğru değil. İnsanın varoluş dramı özde tamamen ortak. Aynı anne babadan geldiğimiz çok açık. Eğer temelde sağlam bir adalet duygumuz olursa cesurca herkesle bir araya gelebilir ve özgüvenle başkalarının hakikatine eğilebiliriz. Zaten İslam tam da bunu ister bizden. Bu konuda eksiklerimiz bencilliklerimiz çekingenliklerimiz ve tereddütlerimiz var. Bunları aşmak için bize yön verecek Kur an ve peygamberimizin Kuran’a dayalı yaşamı son derece aydınlatıcı.<br /><br /><em>Ülkemizde sizin gibi, kadın çalışmaları yapan Müslüman/İslamcı kadın yazarlar var. Ayşe Böhürler, Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Nazife Şişman bunlardan öne çıkanlar. Bu yazarlar kimi kesimler tarafından “feminist” olarak itham edilmekle birlikte, aralarında bundan rahatsız olmayan, kendisini “feminist” takdim edenler de yok değil. Müslüman bir yazarın feminizme bakışı ne yönde olacak? Ya da kadın hakları konusunda dayanak noktalarımız ne olmalı?</em><br /><br />Temelde kadın erkek çatışmasına dayalı kendini kadından yana tanımlayan yaklaşımlara yakın değilim. Fakat tarih içinde İslam’ın temel dinamiklerinden uzaklaşan, kadını aşağılayan kimi saçmalıkların İslam adına öne sürülmesine de şahit olduk. Kadına statü kaybettirici hadisler bile uyduruldu maalesef. Temelde din insana yönelir, cinsiyetçi bir yaklaşım yoktur. Herkesin bir kul bir kişi ve bir mümin olarak kendini gerçekleştirmek ve Allah’ın rızasını en mütekâmil bir şekilde kazanmak için önü yolu açık olmalı.<br /><br /><em>Tabi bu noktada sormak lazım: Siz hiç feministlikle itham olundunuz mu?</em><br /><br />Tabi ki. Her zaman. Fakat ayinesi iştir kişinin. Hak ve adaletten yana durmaya çalışıyorum. Bunu kimin nasıl tanımlayacağı ile ilgilenip vakit kaybetmek istemiyorum. Feminist yaklaşım da doğruları ve yanlışlarıyla insani bir birikim oluşturdu ve bu hak mücadelesi de ilgimi çekti her zaman, okumak, konuşmak, tartışmak için verimli bir alan oldu. Her aynada bakmalı bir Müslüman kendine. İslam feminizmden daha fazlasını vaat ediyor. İki açıklamaya da eğilmesem bunu nereden bilebilirim ki.<br /><br /><em>Türkiye’deki kadın çalışmaları çoğunlukla teori düzeyinde kalıyor sanki. Bugünün yapısı aksiyona çok izin vermiyor mu? 20–30 sene öncesini düşünecek olursak, mesela Şule Yüksel Şenler’in misyonunu devam ettirecek kadın aktivistler neden eksisi kadar sahnede yoklar?</em><br /><br />Her dönemin koşulları araçları tarzı yöntemi farklı olabilir. Ben günümüz Müslüman kadınlarının da büyük bir kısmının olması gerektiği gibi kendini ve İslami ilkeleri çok iyi taşıdığını düşünüyorum. Her zaman zaaflar, eğilip bükülmeler olacaktır ki bu noktada erkekler çok daha büyük zafiyet içinde maalesef. Sanırım vazü nasihat dönemi biraz sona erdi. Şimdi insanları etkileyen yaşam içinde somutlaşan örneklikler. En çok ihtiyacımız olan şey bu.<br /><br /><em>Kalemi elinize almanıza sebep olan, “evet yazmalıyım” dedirten ne oldu? Bir kırılma noktası var mı?<br /></em><br />İlkokul çağlarında yazarak ifade etmenin gücünü fark etmiştim sanırım çocuk aklımla. Şiirler yazıyordum. Yaşadıklarımdan ya da tanık olduğum yaşamdan yola çıkarak yazdığım küçük metinleri okuyunca var olan gerçekliklerin yazarken evrildiğini, içine ruhumdan bir şeyler katılarak genişlediğini hatta başkalaştığını görüyordum. Bu heyecan verici ve tekrar yazmak için tetikleyici.<br /><br /><em>Çok yönlü bir insan olmak ne güzel. Edebiyata dönecek olursak, son dönem Türk edebiyatı sizce hangi noktada? Beğendiğiniz, varsa sıkı sıkıya takip ettiğiniz diyelim, çağdaş yazarlar kimler?<br /></em><br />Çok iyi diyebilirim. İyi şiirler yazılıyor. Roman az belki ama iyi hikâyeler yazılıyor. Türkçenin geliştiğini düşünüyorum. Özellikle romanın daha çok içinde yaşanan toplumsal gerçekliklerin içinde yol almasını dilerim. Kimi romanlar edebi bir üslubu yakalıyor içerik çok soyut. Kimileri de toplumu analiz ediyor ama insanı kuşatan derinlikli edebi bir dili yok. Takip ettiğim yazarlar var. Ama takdir edersiniz ki isim saymak riskli bir şey.<br /><br /><em>Siz, denemeden öyküye, köşe yazılarından gezi yazılarına kadar geniş bir yelpazede seyrediyorsunuz. Bununla birlikte öykünün hayatınızda daha farklı bir yeri var. İnsana dair çok ince noktalara temas ediyorsunuz, kendi problemlerimize eğiliyorsunuz ki okuyucularınız açısından da sizi özel yapan bu. Neden roman değil de öykü mesela? Öyküyü açınızdan farklı ve özel kılan nedir?</em><br /><br />Öykü beni cezp ediyor. Başımı döndürüyor. Başlayınca bir nefeste yazıyorum iskeletini. Yazarken cidden sarsılıyorum. Bir ana ya da duruma kendimce anın olanca şiddetiyle ya da sakinliğiyle yeniden bakmış oluyorum. Öykü mizacıma uygun. Romanın uzun zamana yayılan, içine konu hakkında bütün malzemenin zoraki yerleştirildiği tarz bana uzak. Yine de bir hikâyenin sınırlarını aşan meseleler var kendini yazdırmak isteyen. Uzun soluklu bir zaman nasip olursa olur bir gün belki.<br /><br /><em>En fazla rağbeti hangi eserleriniz görüyor? Öyküleriniz ve diğer yazılarınız diye bir ayrımdan söz etmek uygun olursa, okuyucunun ilgisi hangi tarafta ağırlığını daha çok hissettiriyor?</em><br /><br />Bunu tespit etmek kolay değil. Aslında başka tür diye bir şey yok sanki hayatımda. Hep öykü yazdığım. Gerçek ya da kurgu. İnsanın üzerinden geçen gerçekliğe bakıyorum. Biraz da olsa yavaşlamaya çalışıp “peki öyleyse başka türlü ne olabilir” i arıyorum ve acıları eşitsizlikleri tahammül edilemez olanı aşındırma çabası sanırım yazdığım her ne olursa olsun.<br /><br /><em>Biraz kişisel olacak ama çok merak ediyorum. Siz yazmanın yanında çokça gezen birisiniz. İçimden Geçen Şehirleri yazdınız. En çok etkilendiğiniz, sizi kendine en çok bağlayan şehir hangisi oldu? Bir şehir insanı neden ve nasıl kendine bağlar? </em><br /><br />Bu konuda tam bir şehir romantiğiyim. Gittiğim her şehre neredeyse aşık oluyorum. Nürnberg’de bir ömür boyu yaşarım diye düşünmüştüm, sonra Saraybosna’ da küçük bir evim olsa diye hayal kurdum. Şam’ın yakınlarındaki Busra kasabasına yerleşip orada yaşayabileceğime inandım bir gün. NewYork bende her zaman şefkat ve öfke uyandırıyor. Ankara’yı her zaman özlerim. Fakat şimdi her yerde yaşarım gibi geliyor, ama İstanbul her şeyin her yerin hülasası gibi. Bu yüzden şanslıyız. Allah’a en yakın olduğumuz şehir en güzelidir herhalde. Kalbin yatıştığı, mutmain ve teslim olduğu yer neresiyse.<br /><br /><em>Peki, yeniden edebiyata dönelim. Çağdaş doğu edebiyatına biraz uzağız galiba. Arap ve Fars yazarları çok takip etmiyoruz. Bunlardan öte Afrikalı ve Uzakdoğulu yazarlardan nerdeyse hiç haberimiz yok. Amin Maalouf kitaplarını Arapça yazsaydı herhalde onu da tanımayacaktık. Hece dergisinin Ortadoğu öykücülüğü konusundaki gayretli çalışmalarını bir kenara koyacak olduğumuzda bu alanın eksikliği ciddi bir biçimde hissediliyor. Bu eksiği gidermeye yönelik çalışmalar yapılıyor mu ülkemizde? Çeviri faaliyetleri ne düzeyde mesela?<br /></em><br />Sanırım Kültür Bakanlığı bir şeyler yapıyor. Çok hızlı bir kültür alış verişi yok. Biraz da kişisel çabalar olmalı. Tanıştığımız iyi yazarlar için referans olmalıyız. Bu konularda yatırım yeterli değil diye düşünüyorum. İyi bir araştırma çalışması da şart. Hece’yi kutluyorum bu büyük emek isteyen sayılar için. Çok değerli çabalar, Allah vakitlerini bereketlendirsin.<br /><br /><em>Sizin söz konusu –Arap, Fars vs- yazarlardan takip ettikleriniz, varsa kimler?</em><br /><br />Tercüme edilince ya da İngilizce yayınlanınca izlediğim kişiler var. Aslında hepimizin bildiği kişiler. Tahar ben Jellon, Sadık Hidayet, Hanif Kureyşi, tanıştığım ama Arapça bilmediğimden okuyamadığım Nadia Khost, Miral el Tahawi ve haklarındaki hiçbir yazıyı, haberi ve şiirini kaçırmak istemediğim Furug, Sohrap Sepheri sayabileceğim bazıları…<br /><br /><em>Peki, şu sıralar ne okuyorsunuz?<br /></em><br />F. Aliye’nin Refet’i, Müge İplikçi’nin Kafdağı’’sı, İbrahim Tenekeci’nin bütün şiirleri yeniden, Karagöz, Fayrap, Dergâh eski sayılar. Tarkovsky’den Mühürlenmiş Zaman, sırayla yanımda gezip duruyorlar.<br /><br /><em>Başucu kitaplarınızı sorsak? Biraz da biz gençlere tavsiye niteliğinde.. “Kesin okunmalı” dediğiniz kitapları merak ediyoruz açıkçası.<br /></em><br />Seyyid Kutub’un Fizilal il Kuran’ı, Kandehlevi’nin Hayatü’s Sahabe’si, Sezai Karakoç kitapları, Ali Şeriati ve Cemil Meriç külliyatı, Turgut Uyar’dan Büyük Saat, Hz. Adem , İsa, Ali ve peygamberimizi anlatan ehil ellerden çıkmış siyer kitapları…aslında böyle sorular afallatıyor beni. İnanın çok zorlanıyorum. Haddimi aşmak istemiyorum. Çok kitap var. Zamanla değişir, yeniden kurulur başucu kitapları. Birden şu geliyor aklıma: Mecid Mecidi’nin Baran filmini seyretmeyen kalmasın. Birçok kitaptan iyidir. “hepisinden iyisi bir gönüle girmektir” demek istiyorum absürd bir bitirişle.<br /><br /><em>E, sormasak olmaz: ufukta yeni kitap projesi var mı?<br /><br /></em>Hepsi hikâye yazdıklarımın ya, ben de yine bir hikaye kitabı hazırlıyorum. Bir de İstanbul öyküleri yazıyorum.<br /><em>Yıldız Ramazanoğlu’nun yazmak isteyen gençlere tavsiyeleri neler?<br /></em><br />Bu bir tutku. Azim istiyor. Engelleri kaldırmak için kararlılık gerekir. Okura odaklanmaya hiç gerek yok. Uzun vadeli bir çaba. Disiplin emek ve azim istiyor. Neredeyse hayatı adamakla özdeş bir çalışma şart. Her gün yazmak lazım. Kesintiler ketleyebilir. Dünyevi karşılık beklememek şart. Aksi halde yılabilir genç bir insan. İçimizde Allah’a yakın olmakla telif etmeliyiz ki beyhude bir iş olarak görünüp içimizi çürütmesin.<br /><br /><em>Çok teşekkür ediyoruz Yıldız Hanım.</em></span><br /><div><em><span style="font-size:85%;"></span></em></div><br /><div><span style="font-size:85%;">Söyleşen, Ammar Kılıç. </span></div><br /><div><span style="font-size:85%;"><a href="http://www.dunyabizim.com/">http://www.dunyabizim.com/</a></span></div><div><span style="font-size:85%;">...</span></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-63536620715678980992009-08-28T01:36:00.001+03:002009-08-28T01:37:55.775+03:00ela gözlüm | paula darwishkerem et aklından çıkarma beni.<br /><br /><object type="application/x-shockwave-flash" data="http://cdn.last.fm/videoplayer/33/VideoPlayer.swf" codebase="http://download.macromedia.com/pub/shockwave/cabs/flash/swflash.cab#version=9,0,0,0" id="lfmEmbed_50_27863597_63659058" width="340" height="289"> <param name="movie" value="http://cdn.last.fm/videoplayer/33/VideoPlayer.swf" /> <param name="flashvars" value="title=ela+g%C3%B6zl%C3%BCm&uniqueName=27863597&albumArt=http%3A%2F%2Fcdn.last.fm%2Fdepth%2Fcatalogue%2Fnoimage%2Fnocover_flashplayer.png&duration=157&image=http%3A%2F%2Fuserserve-ak.last.fm%2Fserve%2Fimage%3A320%2F27863597.jpg&FSSupport=true&creator=Paula+Darwish" /> <param name="allowScriptAccess" value="always" /> <param name="allowNetworking" value="all" /> <param name="allowFullScreen" value="true" /> <param name="quality" value="high" /> <param name="bgcolor" value="000000" /> <param name="wmode" value="opaque" /> <param name="menu" value="false" /> </object>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-63192443372388682532009-07-25T00:27:00.005+03:002009-07-25T00:43:40.503+03:00zarifoğlu'nun hangi dizesi, cümlesi kaldı da gitmez aklınızdan? | m. fatih kutan<span style="font-size:85%;">Zeynep ve Uzaktan Fırat Üzerine İkili Anlatım, Berdücesi-1962, Uyarılan Şair ve ''Aha Şeyhefendim Aha yüreğim'' dediği şiiri, okurken bir yere tutunmak veya oturmak hissi doğuran şiirleri Cahit abinin, zira çökertiyorlar insanı. ''Bulutlar açmadı/Mavi gök orda mı'', ''Namlu düşer ol vakit rüyalar gelir kalbe'', ''Suyu biz böyle geçeriz/Bizi afet sanırlar'' aklıma ilk düşen dizeleri. Adını andığım ilk şiirindeki şu dizeler nedendir bilmem müjde ve kader gibi: ''Düğündür sanıyorsun ey güvey/Bir gelin bulundu sana işaret edilenlerden oldun/Bugün bir cennet hüneri kazandın/Anan bacın kurban olsun sana/Toprak damlardan bir kız aldın/Ona selalarla git/Onu besmeleyle değiştir''. ''açar ordularını sevgilimdir'' eşi ve benzerini bir başka yerde görmediğim dizesidir, pahası biçilmiyor. Yaşamak'ın 128. sayfasından iki cümle: ''Evimizde her türlü musibete ve hastalığa karşı bir tek doktor ve ilaç vardı: dua ve aspirin. Daima şifa bulduk.'' Allâh rahmet eylesin ustama.</span><br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><span style="font-size:85%;">[ </span><a href="http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1265"><span style="font-size:85%;">http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1265</span></a><span style="font-size:85%;"> ]</span><br /><span style="font-size:85%;">...</span>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-75587102110391769182009-07-25T00:24:00.003+03:002009-07-25T00:43:29.088+03:00gençler hangi dergileri okuyor. | m. fatih kutan<span style="font-size:85%;">Yıllar önce babam bir Dergâh getirmişti eve, hangi sayısıydı hatırlamıyorum ama orta sayfasında bir İranlı kadın yönetmenle söyleşi vardı, arka kapaktaysa Mustafa Kutlu’nun bir denemesi, S. Hüseyin Nasr ile bir anısını anlatıyordu. Tekrar tekrar okumuştum, bıkmadan. Dergâh’ı takipteyim yıllardır. Hece, Karagöz, Mostar, Mor Taka, Yolcu, Fayrap, Edebiyat Ortamı, Sözcükler, Mesele, İzdiham sıklıkla takip ettiğim dergilerim. Yasak Meyve, Varlık, Mühür, Akatalpa, Heves, Beyaz Gemi, Bireylikler, Dize, Eliz, özel durumlarına veya keyfime göre aldıklarım. Param olursa –veya kalırsa- da Doğu Batı, Keşkül, Kültür, Özgün Düşünce alıp, hatmedebilme tehlikem var. Merdiven Şiir, Kitap Haber gibi Ali Ural’ın yönetimindeki her türlü yayının sürmesini isterdim, isterim. Altay Öktem geçen yıllarda Karakalem dergisini çıkardı, ‘çizgidışı’ydı, takip ederdim. Altyazı sinema dergisi olarak kaçırmadığım bir yayın, müzik kategorisinde Roll’u kafama eserse arada bir alırım. Özlemek bahsinde, Mavera diyorum. Mavera’nın ciltleri arasında bir ciltte, Haziran ’81 tarihli 55. sayısında ilk şiir olarak Cahit Zarifoğlu’nun ‘‘Başım Eğik Dilim Kapalı Gözler Kançanağı Anlamında’’ şiirini okuduğumdan beri, içinde ‘‘Aha Şeyhefendim Aha yüreğim’’ kıvamında dua edilen bir şiir yayınlayacak dergiyi, o güzelliği çok özlüyorum.</span><br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><span style="font-size:85%;">[ <a href="http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1416">http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1416</a> ]</span><br /><span style="font-size:85%;">...</span>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-45432176768625841802009-07-20T20:17:00.004+03:002009-07-25T00:43:17.820+03:00kandil mi kutlu doğum mu? | m. fatih kutan<span style="font-size:85%;">Kandil. Bunca mağara barındıran yüzler arasında, ayakların birbirine dolandığı bulvarların griliğinde, taşıtlar, solgunluklar, soysuzluklar, başkentler ölümler, vebalar, Beydeba, İkbal, Camus çıkmazlarında, elbet kandil. Kutlu doğum ve hafta meseli, bana iç açıcı gelmiyor pek. Bu doğum ne 'kutlu' tabiriyle, ne de hafta aralığında algılanabilir. Vakt'i haftalara biz ayırmadık. Biz pusula istiyoruz. Işık hâlinde bir pusula. Kandil.</span><br /><span style="font-size:85%;"></span><br /><span style="font-size:85%;">[ <a href="http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=735">http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=735</a> ]</span><br /><span style="font-size:85%;">...</span>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-81384159832867046332009-07-07T18:40:00.003+03:002009-07-07T18:49:59.271+03:00hayatın iktidarı | leyla ipekçi<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8vAfFu9rcoqa4AViVtwWCA60xgTxhmV5LjboERW50mhn3SNoN3HxfjKIsSn55KdlXv-xVigjQ7PIp_PW8ZKFBoZllAGnVXDPG8OHeTMdIoHm-XJo1j-dOPArmhcEX6kQm6CTji4NhHjzt/s1600-h/leyla_%20ipekci.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5355745747406786066" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand; HEIGHT: 160px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8vAfFu9rcoqa4AViVtwWCA60xgTxhmV5LjboERW50mhn3SNoN3HxfjKIsSn55KdlXv-xVigjQ7PIp_PW8ZKFBoZllAGnVXDPG8OHeTMdIoHm-XJo1j-dOPArmhcEX6kQm6CTji4NhHjzt/s320/leyla_%2520ipekci.jpg" border="0" /></a><span style="font-size:85%;"><em>Taraf</em>’ın gündeme getirdiği ve yayın yasağı konan son genelkurmay haberinden hemen önceydi. Hakkâri’de doktorluk yapan arkadaşım Dilek, neşe içinde aradı. “Nihayet hayallerimiz gerçek oluyor, sinemamıza kavuşuyoruz” dedi. Üstelik de canla başla çalışarak çok kısa bir süre içinde gerçekleştirmişlerdi bu hedeflerini.<br /><br />Genelkurmay haberiyle birlikte çevredeki sohbetlere kulak misafiri oldum. Kimi bütün gerçekliğiyle her şeyin ortaya dökülmesini, sorumluların ceza görmesini istiyordu ve ancak bu şekilde ordunun hak ettiği prestije kavuşacağını söylüyordu.<br /><br />Kimi de bütün bunların her dönem bir iktidar savaşından kaynaklandığını ve bu kez ‘cemaat iktidarı’nın bu vesileyle daha da güçleneceğinden çekindiğini anlatıyordu.<br /><br />Bense bu defa ısrarla Hakkâri’de açılan sinema örneğini verdim. Hayatın iktidarının her zaman siyasi çekişmelerin üzerinde seyrettiğine inanıyordum. Flaş haber olsa da, haber yasağı gelse de, hiç haber olmasa da.<br /><br />Evet, Hakkâri’de 26 yıl sonra ilk sinema o gün açılacaktı. Arkadaşım bana, akşam televizyonda izlersin demişti coşkuyla. İnşallah demiştim içimden. Çünkü Güneydoğu’ya hayatla ilgili, insanla ilgi gerçekleri görecek bir bakışla bakmıyorduk.<br /><br />Bizim için kurgulanan hikâyeleri herkes kendi meşrebince yorumlayarak anlatıyordu çoğunlukla. Yerel haber kanallarının hayatı yansıtan çeşitlilikteki haberlerini izleyen yine aynı bölgenin insanları oluyordu. Kendilerini okuyor, kendilerini dinliyorlardı.<br /><br />Biz ‘batıdakiler’in payına ise merkezî haber ajanslarının seçip uygun bulduğu ‘terör’ veya ‘töre’ haberleri düşüyordu. Hayatın dehşetinde kendi payımıza düşen suçu ve sorumlulukları bizzat kendimize unutturan haberlerdi çoğunlukla bunlar.<br /><br />Hakkârili avukat Rojbin Tugan, şehit haberlerinin yoğunlaştığı bir dönemde, Taraf’ta yayımlanan yazısında memleketin batısına doğru ilerledikçe duyduğu şaşkınlığını “ateş sadece düştüğü yeri yakmasın” diyerek dile getirmişti:<br /><br />“Kulağım göl kenarındaki müziğe ve halaya gidiyor, aklım daha birkaç gün önce uğurlanan dokuz insana” diye dertleniyordu. Yaşanan bunca ölümün yasını ülkece tutamadığımız, hayatı bu kadar ucuz ve hafif biçimde uğurladığımız için de utandığını belirtiyordu.<br /><br />Onun doğudan baktığında göremediği gerçek ise şuydu: Yalnızca yası değil, coşkuyu da görmüyorduk biz.<br /><br />Yüksekova ve Hakkarinews sitelerinin haberine göre, Hakkâri Üniversitesi ve Hakkâri Valiliğinin desteğiyle kurulan Baran Derneği’nin girişimleri sonucu açılmıştı ‘Vizyon sineması’. Ve gösterilen ilk film Usta filmi olmuştu.<br /><br />Filmin ekibinin de açılışa katıldığı törende, Vali Muammer Türker, Belediye Başkanı Fadıl Bedirhanoğlu, Hakkâri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Belenli, Usta’nın yönetmeni, yardımcısı, yapımcısı ve onların yanı sıra başrol oyuncusu Yetkin Dikinciler de birer konuşma yapmıştı.<br /><br />Daha önce konuk olduğu TRT Şeş’te Kürtçe şarkılar söylemesiyle ve oradaki yerel yöneticilerle kurduğu sıcak ilişkilerle tanınan vali Türker, Hakkâri’nin elbirliğiyle çok güzel sanat ve kültürel faaliyetlere sahne olacağını belirtiyordu.<br /><br />Küçük çocukların panzerlere taş atmasının memleketin batısında flaş haber olduğu; bu çocukların hain ilan edilerek yetişkin gibi yargılanmasının bir türlü önlenemediği; bölgenin sürekli olarak ‘terör saldırıları’ ve ‘mayınlı tuzaklar’la, kaçakçılık haberleriyle anıldığı bir ortamda açılan sinema müthiş bir mücadele örneğiydi oysa.<br /><br />Yıllardır siyasette ya da orduda; doğuda ya da batıda; içte ya da dışta birilerinin bitmemesi için uğraştığı bir şiddet ortamı var. Daima başkalarının kanıyla bedel ödediği bir ortam bu. Ve hepimizin küçük ve büyük hikâyesini kendi iktidarının kelimeleriyle yazmak istiyor.<br /><br />Hakkârililer için bugün Vizyon Sineması’nın ne anlama geldiğini anlayabilseydik, kendi hayatlarını, kendi hikâyelerini aramaya çalışanların bugün artık hepimizin ortak hakikatine neler bırakmak istediklerini daha net görebilirdik.<br /><br />Barış pazarlıklarında konuşulmayan bir dille anlardık belki de birbirimizi. Ve böylesine bir anlamak; bizleri daima bölünmenin, şiddetin, kaosun tekinsiz ortamında tutarak kendi iktidarlarını sürdürmek isteyenlere karşı en iyi direniş biçimi olurdu.<br /></span><br /><div><span style="font-size:85%;"><em>taraf</em>, 16 haziran '09</span></div><div><span style="font-size:85%;">...</div></span>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-79935450248147113772009-06-11T00:29:00.002+03:002009-06-11T00:32:42.479+03:00hani bunlar faşizme karşıydı | ahmet kekeç<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRGRLvZ2aTrKSHLXyQ6TU-6fPqu-VmiDWl110vucFgTx_rTekTYqZZkvf2QDUC2xj8IdJnk5Fy6dLWX0hO9ScPkPFiS_8SS-NDDuAVTmGLH_eaOH9c-MU7VURCVOEUtoxL41Lq8HyX36Re/s1600-h/yok_ist.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5345815024744530546" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 240px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRGRLvZ2aTrKSHLXyQ6TU-6fPqu-VmiDWl110vucFgTx_rTekTYqZZkvf2QDUC2xj8IdJnk5Fy6dLWX0hO9ScPkPFiS_8SS-NDDuAVTmGLH_eaOH9c-MU7VURCVOEUtoxL41Lq8HyX36Re/s320/yok_ist.jpg" border="0" /></a><br /><div><span style="font-size:85%;">Peşinen söyleyeyim: Bu yazıyı ağzı bozuk akademisyenler; Turgut Özakman okurları; CHP’nin ‘başımıza gelmiş en iyi şey’ olduğuna inanan serseriler; ‘slm’, ‘nbr’, ehu ehu’ şeklinde tuhaf sesler çıkaran çağdaş Türk gençliği ve kadrolu sapıklarım okumasın.<br /><br />Onlarla uğraşacak zamanım yok.<br /><br />Hem zamanım yok, hem takatim yok.<br /><br />Uzasınlar...<br /><br />Sözüm, karşıt düşüncede de olsa ‘fehmetmesini’ bilen akıl ve vicdan sahiplerine:<br /><br />Hepimiz, Hürriyet yönetmeninin ‘sevimli, yaşlı, tonton bir adam’ diye tavsif ettiği Kenan Evren’in tezgahından geçtik. Öldük, işkence gördük, sürüldük, kitaplarımızı yaktık, vs...<br /><br />Bu satırların yazarı bile, henüz ‘politik bir figür’ olarak temayüz etmediği halde, evinde bulundurduğu kitaplar yüzünden iki kez gözaltına alındı.<br /><br />Ne mi oldu?<br /><br />Dayağımı yedim ve çıktım.<br /><br />Enis Batur’un borcu vardır bana... Yakalattığım (!) kitaplardan birinin kapağında ‘Şiir ve İdeoloji’ yazıyordu çünkü.<br /><br />Neyse, ufunetiyle hayatımızı karartan 12 Eylül, akabinde ‘kurumları’yla da canımıza okumaya devam etti. Bu kurumlardan en tanıdık olanı Yüksek Öğretim Kurumu’dur... Kısaca YÖK...<br /><br />Çok değil, on yıl öncesine kadar, kendilerine ‘aydın’ sıfatını uygun gören herkes, tüm akademisyenler, tüm sanatçılar, tüm Kemalistler, tüm Maocular, tüm milliyetçiler, tüm CHP’liler, hatta tüm şairler YÖK’e, YÖK siyasetine karşıydı.<br /><br />Bu kurum, çünkü, tüm aydınların, tüm solcuların, tüm şairlerin, tüm İlhan Selçuk’ların, tüm Emre Kongar’ların temelden karşı çıktıkları 12 Eylül darbesinin ürünüydü ve asıl işlevi eğitim-öğretim işlerini düzene sokmak, kaliteli üniversiteler kurmak, bilimsel özerkliği sağlamak değil, statükoya kul köle olacak nesilleri yetiştirmekti.<br /><br />Böyle diyorlardı.<br /><br />En sert YÖK eleştirisini CHP yapıyordu. Bu partinin programında YÖK’ü ortadan kaldırmak, ‘eğitim-öğretim işlerine çeki düzene vermek’, demokratik bir maarif sistemi kurmak ilk sıraları işgal ediyordu.<br /><br />Sonra ne mi oldu?<br /><br />Hepsi 12 Eylül çizgisinde birleştiler.<br /><br />Kendilerine ‘aydın’ sıfatını uygun gören herkes (bunlardan biri şairdir; hem kötü şiirler, hem kötü yazılar yazmaktadır, aynı zamanda kötü bir insandır, aynı zamanda terbiyesiz bir adamdır) parlamentoya, TBMM’den çıkan meşru hükümete ve irade-i milliyeye karşı, bir cunta mahsulü olan YÖK’ü savunmaya başladı.<br /><br />Çünkü, başkanlığını Erdoğan Teciç’in yürüttüğü YÖK, üniversiteleri hem ‘kamu güvenliğine’ memur etmiş, hem de bir tür ‘Hitlerjugend kuşağı’ yetiştiren laik dergahlar haline getirmişti.<br /><br />Gün geçti, devran döndü, YÖK’e vaziyet eden kafalar değişti. Bununla birlikte yönetim, spekülasyondan uzak daha mütevazı kadrolara elverdi.<br /><br />Peki, YÖK’ün (kurumsal olarak) yarattığı sakınca ortadan kalktı mı?<br /><br />Hayır...<br /><br />İçeriğinden boşaltılmış olması, zaten ‘faşizan niyetlerle’ kurulmuş bir kurumu daha özerk, daha akademik, daha çağdaş kılmaz... ‘Kurumsal’ varlığı devam ettiği sürece, YÖK başlıbaşına bir ‘sakınca’ olarak ortada durup duracaktır.<br /><br />Dolayısıyla, bu kurumun derhal ve acilen ortadan kaldırılması gerekiyor.<br /><br />İktidar partisinin geçmişte bu yönde bir çalışması vardı, muhalefet engeline takıldı.<br /><br />Peki, muhalefetin niçin böyle bir derdi yok?<br /><br />İşte YÖK el değiştirdi, artık ‘öteki çocuklar’ vaziyet ediyor.<br /><br />Pekala bu kurumun ‘kurumsal varlığını’ tartışmaya açabilirler.<br /><br />Malzeme çok...<br /><br />Kendilerine ‘aydın’ sıfatını uygun gören akademisyenlerimiz, sanatçılarımız, şairlerimiz, Kemalistlerimiz, Maocularımız niçin (YÖK’ün ortadan kaldırılmasına yönelik) bir huruç hareketi başlatmıyorlar?<br /><br />Silivri’dekilerin darbe yapıp iktidara gelmesini, YÖK yönetiminin yeniden ‘bizim çocuklara’ elvermesini mi bekliyorlar?</span></div><br /><div><span style="font-size:85%;"></span></div><br /><div><span style="font-size:85%;">star, 10 haziran '09</span></div><br /><div><span style="font-size:85%;">...</span></div><br /><div></div>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-79671956494164490142009-06-06T15:07:00.000+03:002009-06-06T15:08:26.375+03:00bir ölü haziran | m. fatih kutan<span style="font-size:85%;">derin bir adımla yoklamalı göğsünü<br />halkın ve toprağın, dingin serüveni<br />acı’nın kök verdiği yerden kabarmakta<br />ve tabiat fevri bir kenar süsü dudağımda<br />hırpala bu mahşeri meydanlardan<br />dağdüşlerinin ertesinde aklımıza konan kuşlar<br />göğe bir telaş bağışladılar: imtihan<br />ey alnımı okutan sevgili cennet sana<br />intiharı bir borç bilirim!<br /><br />karanlık ağrılardan bir genç kıza uzanan<br />göz uçları kördüğüm günlerin ilmekleri<br />saçlarında çözülmüş vebal<br />bir ırmağın bütün mevsimlerini merakla<br />künhüne vardığım ölüm ışımaları, sen<br />dingin serüveni toprağın avuç içlerinde<br />bir çizgi saltanatı, yaşama dirençli ellerde<br />mizan diye bahtıma sunulan, bir ses yalnızı<br />bir ölü haziran.</span><br /><span style="font-size:85%;">... </span>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-8824847221846482640.post-38378849223704244702009-06-06T15:03:00.001+03:002009-06-06T15:06:41.266+03:00yan yana kayıt | celâl fedai<div align="right"><span style="font-size:85%;"><em>Cahit Zarifoğlu'nu rahmetle anarak...</em></span></div><span style="font-size:85%;"></span><br /><span style="font-size:85%;">Gerçi ben resimle başlamadım sen Zarif gibi, duyduğum müzikti yekten;<br />Tablolarım bilyelerimdi; boz toprağın, kızıl suyun rengini çeşitlendiren.<br /><br />Renkli göremedim, mevsim tekti; bir kahraman gezer dururdu dışarıda:<br />Elleri diye seslerini tutardım nasılsa sesleri yeterdi elleri gerektirmeyen.<br /><br />Yaşı benzemesin derlerdi: Bu çocuk çıktığı kadar bağırır dedesi avazlı.<br />Benzesin huyu suyu bir de ezanı -bulunursa tabii ondan bir dinleyen...-<br /><br />Üzülürüm hep terk edilmiş ata ocağının şerefesinde seslenemedim hâlâ;<br />Gerçek şu ki sesim kötü ama üzülürüm neden şiir cenginde en önde ben?<br /><br />En öndekileri kim diker oraya yan yanadırlar lakin bir başlarına konuk;<br />Onlar ki karşılarındaki serdengeçtileri arkalarındakilerden çok seven...<br /><br />__Biz hep Şri Krişna önünde Arcuna olacağız bunu iyice bilecek miyiz?<br />Soruşum şüphemden değil yanım yöremdeki ganimet düşkünlerinden.<br /><br />Ben ister miydim emeklerken sorulaydı yürümeden koşayım bu yaşıma?<br />İstemezdim... İyi ki sormamış, o güzelin peşinde bana yazgımı sevdiren.<br /><br />Geldik merkeplere binmiş olarak bir resmin sonunda gömütlükten bir yere<br />Seni bir 'Zarif, Çoban'; kendimi yanında düşünürüm hep bir zenci Celalîylen.</span><br /><span style="font-size:85%;">...</span>zencidervişhttp://www.blogger.com/profile/06045792695088993601noreply@blogger.com0