4 Eylül 2008 Perşembe

tapındığımız herşeyi çiğneyerek yürüyeceğiz | bülent akyürek


Türküler “Karpuz kestim yiyen yok” dedikten sonra “Halin nedir diyen yok” dizesini söyleyip ilgisiz gibi duran iki meseli birbirine hikmetle bağlar. Ben yazdıklarınızı en çok halk türkülerine benzetiyorum. Bülent Akyürek de alakasız gibi duran iki konuyu taş-gedik usulünce yazıya oturtuyor. Bunun sırrı nedir, nasıl yazıyorsunuz?

Bütün mesele budur zaten, alaka kurabilmek! Hakikatin peşindeyken sonsuz nesneye takılmaktansa bir malzemeyle düşünebilmek yararlıdır. Elinize bir at kestanesi alın, yıllarca tüm hayatı ve hayatın bütün düşünsel kıvrımlarını buradan inceleyin, geldiğiniz yere siz bile inanamazsınız. Küçük şeyler hakikat anlaşılsın diye vardır. Gözle görünemeyecek kadar küçülüp yok olan şeyler, ancak başka bir boyutta daha değişik bakışlarla anlaşılır olurlar. Dünyada birbiriyle alakası kurulamayacak iki şey yoktur. Bakın, insanlar yıllardır doğuyla batıyı kaynaştırmak için çabalayıp sentez dinleri kurmaya çalıştılar. Alakasızlıkta da alaka vardır. Misvakla vibratörün yan yana geldiği gün doğu ile batının da sentezi yapılmış olur. Böyle bir sentez kimin işine yarayacak merak ediyorum doğrusu… Alaka kurmak böyle bir şey… Şimdi kurduğumuz alakadan yola çıkarak doğu batı üstüne tartışmamız daha sıkı olacaktır kanaatindeyim!

Taşı gediğine koymanın ahengi demiştik, iyi ama bunu nasıl yapıyorsunuz?

Her taş parçası yıkılmış bir duvarın yamasıdır. Bazen bir parça düştüğü için içeriye gün ışığı girer ve sizi başka bir yere götürür yada buradaki eksikliği doldurmaya çalışırken farklı yönlere giderek hakikate ulaşırsınız. Burada mühim olan ipuçlarını toplayabilmenin maharetine sahip olmaktır. Taşa bakıp gediği aramak da var, gediği inceleyip taşın izini sürmek de… İkisi de doğru yöntemdir ama seçtiğiniz yöntem sizin yazarlığınızın tarzını, arka planını yaratır. Mesele bu…

Bülent Akyürek 2003 yılına kadar memleketin en değişik ‘underground’ romanlarını yazdı ama son beş yıldır (Kadınlar Üstüne, Boş Laflar Antolojisi, Seviyordum Söyleyemedim, Yılgın Türkler…) gibi çok satan eleştiri kitaplarıyla tanınıyor, dünya görüşünüzün de değiştiğini biliyoruz, neler oluyor?

Romanın, edebiyatın edilgen şiirselliğinden haz almamaya başlamıştım. Artık şiirsellik ve duygusallık bana insani gelmiyor. Kafiyenin, şiirselliğin, duygusallığın erkekliği öldürdüğünü gördüm. Tehlike bu kadarla kalmıyor, kulluğu da öldürüyor. Kendinizi dünyadan alacaklı sandığınız an “Haksızlığa uğradım, ben daha iyisine layıktım…” hissiyle, kendinize acır, zalimleşir ve hırsınızdan gözyaşı dökmeye başlarsınız. Duygusallık, şiirsellik bizi zalimleştirir. Sözüm ona süslü bir tavus kuşu gibi övgü beklerken birileri sesinizi yada tüylerinizi beğenmemiştir. İnsan bu yıkımı daha çok kendine yaslanarak atlatmaya çalışır. “Benim benden başka dostum yok, herkes üstüme geliyor…’’ gibi laflarla ayağa kalkmaya çalışırken daha çok yalnızlaşırsınız.

Yalnızlık hissi bir çok sanatçıda var, bu yaratıcı bir süreç değil mi?

Bir kez yalnızlığından dem vurup, daha sonra bunu sürdüren adam kendi ayaklarıyla cehenneme koşmaya başlar. Bir Müslüman “Yalnızım” diye çığlık atamaz. Bir Müslüman, yalnız olduğunu haykırdığı anda bütün şeytanları başına toplar ve dünyanın en büyük cemaatini kurmuş olur. Yalnızlık, modern dünyanın üretip bize de kakaladığı züppe bir gevelemedir. Bugüne dek “Yalnızım” diyen hiçbir erkek arkadaşıma merhem olamadım. Kalktım gittim, param varsa paylaştım, dertlerini dinledim, küllüklerini döktüm, uyuyakaldıklarında üstlerini örttüm ama yine de sabah “Yalnızım abi” diye ağlayarak uyandılar. Anladım ki arkadaşların derdi başka…Onlar partner arıyorlar, eşeyli üremek istiyorlar!

Belki aşıktır, oradan da hakikate ulaşacaktır, haksızlık değil mi?

Aşkta iki kişilik bir kibir vardır, birbirinize toslar durursunuz, yenilen kişiliğini kaybeder ve ayakta kalan -kişiliğini kaybetmiş bir adamla- yol yürümek istemez. Şimdi soruyorum; ayakta kalan kibirli muzaffer mi dik burnuyla Allah’a ulaşacak yoksa yenik olan mı? Şeytan kibriyle kaybettiğine göre diğeri daha şanslı görünüyor ama o da değil çünkü Allah’a yürünen yol çetindir, sağlam bacak kasları ister, çelik gibi sabır ister. Öyleyse biz Allah’ı kıskanmalıyız, ona yürüdüğümüz yolda kimse duramamalı, yani ilk düşmanımız nefsimiz olmalı… La ilahe illallah ne demektir? Allahtan başka ilah yok… Öyleyse tapındığımız her şeyi çiğneyerek yürüyeceğiz. Para, ün, aşk, kariyer, kız, mız, çoluk, çocuk… Hepsini çiğnemek gerek… Allah’a yürürken arkamızda sevdiklerimizin leşleri kalmalı, o cesetlerin kokusunu Allah görmeli… Saçmalamıyorsam eğer Allah, kokuyu görür, nesneleri duyar, seslere dokunur…Eşiğine kadar gidip ”İşte Allah’ım sana sevdiklerimin leşlerini getirdim; anam, babam, bacım, karım, sevgilim, ünvanlarım, diplomalarım, hepsinin leşi burada, senden başka sevecek kimsem kalmadı, yalnızım, tek dostum, tek yarenim olur musun?” demeliyiz… Evet, sevecek hiç kimsemiz kalmadığında La ilahe illallah demiş olacağız… Seni seviyorum ama eşimi ve işimi de seviyorum, yok öyleee… Bu, kız sevmeye benzemez…

Şiirin hasını Cengiz Han yazmıştır diyorsun, nasıl yani, anlatır mısın biraz?

İyi bir şiir okuduğunuzda bütün ezberiniz bozulur, sevdikleriniz kılıçtan geçirilir, bütün çadırlarınız sökülür, evleriniz yıkılır, başınız öne eğilir, yeni bir görüşün eşiğine bırakılırsınız. İyi bir şiir okuduktan sonra hayatta kalmak, işe gitmek, elektrik faturası yatırmak zordur. Düşünün, Cengiz’den sonra bir şiir yazan çıktı mı? Şairlerimiz dize dize karıdan kızdan aşk dileniyor. Şiir, modern dünyanın pezevengi oldu. Şair, salya sümük içinde kadınların karşısında ufalanmaktan erkekliğini yitirdi. Bakın, iyi şairlerin çoğu homoseksüeldir. Erkek olamayınca kadınlaşmaya başlıyorlar. Bir şiir yazılacaksa erkeğe yazılmalıdır. Erkeğin erkeğe yazdığı metinlere saygı duyarım. Zaten aşk denen safsata bir kadınla bir erkek arasında cereyan etmez. Sonu ilahi biten aşklar erkekler arasında gerçekleşir, çünkü orada muhabbet vardır. Muhabbetin oluşması demek cinsel beklentilerden sıyrılmak demektir, bu beklentiyi de ancak iki erkek aşabilir. Aşık olmak değil maşuk olmak mühimdir. Sizde bir azamet, heybet varsa maşuk olursunuz. Seven değil sevilen olursunuz. Hayvanlar dünyasını incelerseniz göreceksiniz… O dünyada dişiler erkeklere aşık olur, çünkü erkek hayvanlar şiir yazmazlar! Kadın olsaydım asla bir şairle yatmazdım, onlar teferruata girerler, kendimi lezbiyen hissederdim… Şiir süslü kelimelerle yazılır, süslü kelimeler süslü kadınlar gibidir, süsü dağıldığında büyüsünü kaybeder. Cengiz, girdiği yerde papatyaları çiğner, güzel ve estetik olan her şeyi talan ederken imzasını kılıcıyla atar. Taş üstünde taş bırakmaz ve kütüphaneleri yakar. İyi bir şiir okuduğumuzda da ezberimizdeki her şey yanar, bu yanık kokusu ebediyen burnumuzda tüter. “Hamdım, piştim, yandım.” Demiş ya Hz. Mevlana… Şems, Mevlana’nın Cengiz’i olmuş yani…

Şiire önem verilen ve şiir damarı şiddetle atmaya devam eden bir ülkede ağır değil mi bu eleştiriler?

Şiire önem veriliyor olsaydı önüne gelen şiir yazar mıydı? Şiirin kullanım alanına bakın. Kaç kişi peygamberimizi övmek için yazıyor? Kaç kişinin Amerika’yla derdi var? Varsa yoksa aşk… Şiir, kız tavlama enstrümanı olmuş. Bir ton kendini beğenmiş sümüklü herif oturmuş aşkını pazarlıyor. Sevdiği kıza saygısı olan biri onun adına şiir yazıp pazara çıkar mı?
Şairler şiirlerini babalarının yanında okuyabilirler mi? Yok… Neyse bırakalım bu işi…

Yılgın Türkler kitabın otuzuncu baskısında. Kitaplarının çok okunup, çok satılmasının hikmetini neye bağlıyorsun?

Ben, yazarlığa ilk adım attığımda “Allah’ım beni okuyanlar küfrederek yada beddua ederek okusunlar…” diye dua etmiştim. Duam tuttu galiba. Yazarken kimsenin gözünün yaşına bakmam. Siyasi partilere, ırk yada milletlere yakınlığım yoktur. Yılda iki üç kez sigara markamı bile değiştiririm. Esir olmak istemem. Yanıma gelip ilk cümleden itibaren bile beni övmeye çalışanları susturup onlara istediklerini vermedim. Samimiyetimden dolayı çok okunduğum söyleniyor. İnşallah öyledir… Vermeyi sevmiyorum. Sevgiyle bir şeyin değişeceğine inanmıyorum. Ben kimi sevdiysem kaybettim. Aşırı sevgi, ilişkilerin celladıdır. 36 yıl ateist yaşadım. Türkiye’ye kan kusturdum. Dört yıl önce ahiret görüşüm değişti. Ahiret görüşüm değişince dünyaya bakışım da değişti. Önce dünya görüşü değişenlere bir bakın, onlardan bir şey olmaz. Dört yıldır Allah’tan korkmaya çalışıyorum. İt gibi titreyen bir mümin olmak istiyorum.Bizim Allah’ı sevmemiz önemli değil, onun bizi sevmesi gerekiyor. Kendimin ve dünyanın katili olmadan gözüne girebileceğime inanmıyorum. Kanımı içerek yol almaya çalışıyorum. Dünyaya olan nefretim öyle bir boyuta geldi ki tek tek içindekilerle kavga etmekten yoruldum. Uzaya çıkıp bizzat dünyanın kendisini tekme tokat dövmek isterdim. Bu imkanı rabbimden istiyorum. İçimde dünyaya karşı bir istek doğduğunda kendimi balkondan atmaktan korkuyorum. Galiba biz ölmeden dünya ölmüyor. Dünya ne zaman ölür biliyor musunuz? Onu görmediğinizde… Dünya, kendisine kör olanları sevmez. Dünyaya bakan gözleriniz kör olduğunda sizi karşıdan karşıya geçiren Allah olur. İnşallah Müslümanlar top yekün körleşip mümin olacaklar…

Çok mutsuzsunuz, böyle yaşanır mı?

Pavyona değil dünyaya geldik. Ölmek için doğuyoruz. Allah, mezar kumbaralarında ceset biriktirirken nasıl mutlu olabiliriz. Müminin yüzü sıratı geçmeden gülmez. 36 yıl inançsız yaşadım, mutsuzdum. Dört yıldır inançlıyım ama eskisinden daha mutsuzum. “Huzur İslam’da…” demişlerdi. Bu yalana inanmayın. İbadetlerini yapacaksın, infak edeceksin, zikredeceksin, mağdura koşacaksın, zalime çüş diyeceksin, ahiret korkusuyla titreyeceksin, taraf olacaksın, bir Müslüman’a diken batsa sen kanayacaksın, huzur bunun neresinde?

Edebiyat dünyasıyla hiç iyi olmadın bunun nedenlerini düşündünüz mü hiç? Yada yeni yazarlar için öğütleriniz nelerdir?

Edebiyat kerhanesinin kurallarına uymadım. Bir çevrenin, bir masanın adamı olmadım. Ateistken yoldaşım şeytandı, şimdi Allah’a yaslandım. Anlayacağınız yalnız değilim. Eğer kralın yanındaysanız kimseye boğun eğmeye değmez. Edebiyat dünyası kibrin arenasıdır. Orada binlerce ego kılıç çeker. Lütfen uzak durun.Bir cümle kuracağınız zaman ellerinizi Allah’a açıp yardım isteyin. Şairlerimiz bu yüzden kaybetti. Kadınların dizlerinin önünde boyun büktükleri için yenildiler. Bir insana yazarsanız kaybedersiniz ama Allah’a yazıp kendinizi ona sevdirmeyi becerdiğinizde tüm insanlar sizi sevmeye başlar. Kafanızı çalıştırın. Şöhretin yolu da Allah’tan geçiyor… Kelimelerin sahibi Allah’tır. Yalnız ona kulluk edip, yalnız ondan yardım beklerseniz, kelimeler uşağınız olur.

Din, Allah ile kul arasında mıdır yada şeklin önemi var mı?

İnsanların içini bilen yalnız Allah’tır. Öyleyse biz insanlar için davranış ve kılık kıyafet önemli. Biz zahire bakarak kimin Müslüman olup olmadığını anlayabiliriz. Adamlar bir televizyonda “Biz kaç kişiyiz?” diye sayım yapıyorlardı. Onların kaç kişi olduklarını bir gökdelene çıksam ben de sayabilirim. Mini etekli, içen, sarmaş dolaş, dekolte, keçi sakallı kişileri sayın, rakam ortaya çıkar ama bir de Müslümanları sayalım deyin? Apışır kalırsınız. Niye? Çünkü biz de herkese benziyoruz. Traşlı, ütülü, laptop kullanan, konformist, ucubik bir şeyiz. Oysa Müslüman iki kilometreden tanınmalıdır. Sakallı, cüppeli, ağzının içinde mırıldanan, eli sopalı, tesbihli filan olmalıyız. Rayban gözlük takmış, sinek kaydı traş olan, Nıetzche okuyan bir adamı Cuma’da görünce kafayı yiyorum. Müslümanlar eskiden natürmort idi şimdi postmodern oldular. Müslüman, sosyal hayatın kurallarını uygulayıp, renklerini diğerlerine göre ayarladıklarında Yahudi olurlar. Elli milyon Müslüman nereye gizleniyor anlamış değilim? Biz Yahudi değiliz. Kimden korkuyoruz, niye gizleniyoruz? Gizlene gizlene kendimizi unuttuk. “İnşallah” demekten korkup “Umarım” demeye başlayalı İslam kaybetmeye başladı.Dilin gitmiş, giysin gitmiş, kutsalların ayak altında ama dinimiz duruyor, emin misiniz? Kitap gitti, farz gitti, sünnet gitti fakat Müslümanlığımızın sürdüğüne inanıyoruz. Bir tek kılımızı bile kimseye çiğnetmediğimiz gün ayağa kalkarız. Bakın senede birkaç gün peygamber efendimizin sakalı bir kavanozda teşhir edildiğinde oraya milyonlarca insan gider. O kıl, o sakal var ya dünyanın en büyük cemaat lideridir, dünyanın en örgütlü sendikasıdır. Peygamberimizin bir kılı bile en büyük kumandandır. Bari ona tutunsak… İnanın o kılın arkasında dünyanın en büyük imparatorluğu kurulur ama cesur değiliz, korkup gizleniyoruz, gözlük takıp Radikal okuyoruz, Nike giyiyoruz… Biz tipten kaybettik arkadaşlar… İslam kültürünün modasına bile uysak, İslam’ı Fenerbahçe gibi tutabilsek, destekleyebilsek, Kurtlar Vadisi kadar izleyebilsek Allah nurunu tamamlayacak, yazık ki hepsinden korkuyoruz. Söyleyin, biz kaç cüceyiz? Biz, kaç Yahudiyiz? Biz neredeyiz?...

İki yıldır kişisel gelişimcileri topa tutan bir kitap yazdığınız söyleniyor, kitap ne zaman gelecek, niçin onlara saldırıyorsunuz?

Kişisel Gelişim kitapları insanların nefislerini okşayarak, benlik putları yaratıyor.O kitaplardan bir tane bile okuyunca tam bir yırtıcı hayvan oluyorsunuz. İsteyen, konformist, kendi mutluluğu ve hazları için kan döken kibirli bir hayvan…İki sene önce şunu fark ettim: Kişisel gelişim kitaplarındaki her başlık Kuran-ı Kerim’in tersten okunuşu… Kitap bize “Rızık Allahtan’dır.” diyor ama onlar “İste başar, kendine inan, tut kopar, her şey senin hakkın, kaderini kendin yarat, çalış kazan…” diyorlar… Bunlar şeytanın askerleri. Ego, kibir, sonsuz istek pompalıyorlar. Bir din kurdular. Kişisel gelişim uzmanları bu dinin rahipleri… Cemaatler dağıldı. Kazanmak için her yol mübah. Onların dinindeki cennet başarı olmuş, kazanç, kariyer olmuş. Kaybeden fakir kalıyor. Cehennem fakirler için var. Oysa biliyoruz ki İslam da fakir kalmak, dünyaya tamah etmemek cennete giden en büyük yol. Modernizmle savaşan, kişisel gelişim dinine kılıç çeken “Kişisel Gerileyiş Kitabı” sanırım Eylül ayında piyasada olacak. İçindeki öküzleri çıkaran bu kapitalistlere hep beraber çüş diyeceğiz. Kişisel Gerileyiş Kitabı bütün temellerini Kurandan alıyor. Onlara 1400 yıl öncesinden cevap vereceğiz. Müslüman’ın gelişmişi geride kalandır. Geri kalmış Müslüman’a mümin denir. Bunu anlatacağız onlara… Bu dinin rahiplerini develerimizle çiğneyip hurma ağaçlarında idam etmeden bize rahat yok. Bir aksilik olmaz ise kitabım çıkınca mücadelemizi Samsun’dan başlatmak istiyorum… Kişi çok gelişirse dünyevi bir adam olur ve kulluğunu unutur. İnsanlara dik yürümeyi, karizmayı, gol atmayı öğreten NLP’cilere özetle şunu söylüyorum kitabımda: “Evet, size göre kazanmak ya da kaybetmek var ama biz kaza ve kadere, rızkın Allah’tan olduğuna inanıyoruz. Başarısızlık ölüm değildir. Dünyevi, maddi başarılarla ahiretimizi kaybedeceksek yaşasın yenilgi, yaşasın fakirlik, yaşasın eziklik…”

röp: m. fatih kutan, yolcu 49

Hiç yorum yok: