4 Eylül 2008 Perşembe

dünya geçicidir, kovulmuşluk kalıcı | m. fatih kutan


‘tanrım, ev sahibim, izin ver bana/biraz daha oturayım evinde'** demenin bütün nâzenin yanlarını üzerine alınmış, 'o ev'den başka bir eve sürgün edilmiş ve bu evi eski evine benzetmeye çalışarak veya benzerliklerinden incelikler yontarak yırtık ruhunu tamir etmeye çalışan bir insanın, ali ayçil'in güzellemeleri bu kitap. Aynı zamanda kovulmuşların evinde olmasının yükünü tüm çıplaklığıyla evin duvarlarına çarpmanın tarihçesi.
Yazar kovulmuşların evinde tam da bir yazısında anlattığı gibi kelimelerini karşımıza bir ayna gibi koyuyor ve fısıldıyor kulağımıza: 'artık iki kişiyiz burada, bizi kimse duymadan konuşabiliriz.' Ve hünerli kalem darbeleriyle sesleniyor okura, tam da tutulmasını istediğimiz uçlarından yakalıyor benliğimizi. Geçmişin labirentlerini, alışkanlığa dönüşen babaları, küçük şehirleri, küçük şehirlerdeki ölüm anonslarını, bitkinliği, duruluğu, ficek atmaya giden kızları cevapsız soruları, sorusuz cevapları, mekanları, mabedleri, kıyıları, köşeleri, yağmuru, incelikleri, inceltilmişlikleri; yani ne birikmişse insanın hafzalasında kovulmuşların evine geldiğinden beri, hepsini bir bir kâh avucumuza sunarak, kâh şiddetle acıtarak, kâh suratımıza çarparak, kâh bir rüzgar dokunuşuyla dillendiriyor usanmadan, oturduğu yirmi bir numaralı koltuktan. Ve bunca ziyan edilmiş kıyınızın ve köşenizin varlığını hatırladığınız andan itibaren içinizden yükselen o hesaplaşma dürtüsünün önünde koşaradım yürürken buluyorsunuz kendinizi. Zaten, yazar tarafından tüm örtüleri kaldırılmış olan 'kendi'niz bu hesaplaşma karşısında 'beş duyum harab' halince kalakalıyor.
Bitmiyor yazarın işi! Biter mi? 'aşka kan bulaştıran' bu dünyaya söylenmesi gereken ne varsa, teker teker vuruyor sürgünün zehriyle bezenmiş yüzlerine. Bu yüzler ki zaten 'kovulmuş'lar tarafından süslenmiştir de yine onların oğulları tarafından yerle yeksan edilmiştir. Yani yazarın 'çulluklar gibi kanadını yıllara çırpıp duran o sahtekâr yosma' dediği tarihimizin bir tepeden bakıldığında sis çökmüş vadiyi anımsatan ve gün be gün silikleşen bir resme döndürüldüğünü döküyor sayfalara. Öyle ki artık bize ait olan ne varsa sürgünden bu yana, çürümeye yüz tutmuş bir kitabeden ibarettir 'yüz'süzlüğümüz yüzünden!
Hüzün, pişmanlık ve biraz da sürgün tadı içinde yüzdürülen umut gemilerinin uzaklara düşen solgun ışıklarıdır yine de yazarın bize yolladıkları... 'umut; vardır!' demek için 'rüya gibi bir hayatı olmayanların pek çoğunun, rüyalarından başka bir hayatlarının olamadığını' fısıldar aynanın karşısına alımlılığını seyreylemek için oturan genç kız bakışlarımıza...
**Haydar Ergülen
* kovulmuşların evi, ali ayçil, timaş

Hiç yorum yok: