15 Kasım 2009 Pazar

mengüşoğlu'nun çok yönlü kalemi | cihan aktaş

Kasım ayı kararan havası ve sıklaşan yağmurlarıyla, kışı çağıran ayazıyla yaz mevsiminin aydınlık günlerini erkence özlenen bir hatıraya dönüştürüyor. Artık haftalarca sıcak günlerin hatıralarıyla avunacak, gün olacak bereketi ve hareketi sadece kitapların dünyasında arayacağız.
Adapazarı’nın Kuzuluk beldesinde, Anadolu Eğitim ve Davet Gönüllüleri Platformu’nun hazırladığı bir program kapsamında, berrak görüşlü, açık ufuklu, okumaya düşkün, kimisi de yazar dostlarla iki gün geçirmiştim geçen yazın ortalarında. Herkes kitaplardan söz ediyor, kitaplar, kavramlar, toplumsal meseleler tartışılıyordu.

Diğer tarafta doğmaya hazırlanan bir gazeteye isim aranıyordu ki zaman içinde Özgün Duruş ismi öne çıkacaktı.

Programda yer alan panel ve konferansların, sohbetlerin genel teması, “erdem”di.

Metin Önal Mengüşoğlu, “Ahlak ve Sanatta Erdem” başlıklı panelin konuşmacılarından biriydi. İnsanı tabiatın üzerine çıkartan eser üretme yeteneğini irdeledi Mengüşoğlu konuşmasında. Ruh üflenen insan, tabiattan ayrılıyor. İşini, davranışını kendi elleriyle gerçekleştirmesiyle, kopuyor tabiattan.

Yazarımız, çok bilinen kavramları farklı bir açıdan inceleyerek okuyucularının düşünme sınırlarını zorluyor. Mesela “takva”, kalabalıkların içinde kaybolmaktan korkmaktır. Takvalı insan ise kalabalıkların içinde en öne çıkma çabası içinde olan kişidir. Bunun başka bir açıklaması, işini en doğru şekilde yapma azmi olmalı.

Ruh üflenen insanda var olan kendi tabiatını yaratma kabiliyetidir takva.

Biz 80’li yıllarda bunun tam tersini öğrenmiştik oysa: Takvalı olmak, kalabalıkların arasında kaybolmakla, kendi şahsiyetini cemaat içinde eritmek ve görünmez kılmakla aynı şeydi sanki.

Ahlak ve sanat, ruhta yerleşik iki meleke; Arapça halega kökünden türemiş kelimeler. Sanat ile ahlak arasındaki akrabalık, sanatta “güzel yapma”, ahlakta ise “iyi yapma” şeklinde cereyan ediyor. “Umarım böylece bu iki akraba, araya giren uzun zaman ve mesafe engelini aşarak birbirine kavuştular. İnşallah hiç ayrılmazlar bir daha”, diye yazıyor Mengüşoğlu, Vahiy ve Sanat isimli kitabında.

Mengüşoğlu’nu önce Ben Asyalı Bir Ozan isimli şiir kitabıyla tanımış, daha sonra ise Dr. S’de yazarımızın ilginç öykü evreniyle tanışmıştım. Öptüm Kara Gözlerinden isimli eseri, bir babanın kız evladına yaklaşımındaki taze bir görüşün temsili açısından olsun, açık yürekli ifadeleri ve sürükleyici dili açılarından olsun bir hayli çarpıcı gelmişti bana. Bu denemeler toplamı, bir babanın tahsilini sürdürebilmek için ülkesinden uzaklara giden kızıyla sürdürdüğü söyleşiler üzerinden çocukluğu ve gençliğiyle, eşiyle ilişkileriyle, ütopyasıyla ve bütün olarak içinde bulunduğu, aşmaya ya da yeniden tanımlamaya çalıştığı kültürle hesaplaşması olarak okunabilir.

Ne yazık ki Düşünmek Farzdır isimli eserine henüz ulaşamadım Mengüşoğlu’nun; pek çok kitapçıya sordum. Galiba baskısı tükenmiş.

Kelime dergisinden itibaren yazdıklarını önemli bularak okumayı önemsediğim, ufuk açıcı bir kalem Mengüşoğlu. Her düşünceyi farklı açıdan görüyor, bir başka istikamete çekiyor, uzaklaşıyor düşüncesinin merkezinden, farklı diyarlara yelken açıyor; ve fakat her seferinde o merkeze dönmeyi başarıyor. Şu var ki o merkeze kendini yenilemiş olarak, yeni ve dinamik anlamlar kazandırdığı kelimelerle dönüyor. Kendisini rahatsız edecek de olsa söylenmesi gereken sözü sarfetmekten geri durmuyor. Bu özellikleri nedeniyle da Mengüşoğlu bana Ali Şeriati ve Cemil Meriç’i hatırlatıyor.


[taraf, 9 kasım '09]
.

Hiç yorum yok: