7 Nisan 2009 Salı

selam sana ey söz yontucusu | turan karataş

onarılmış yas bitiği
ali emre
hece yayınları
80 sf.
Onarılmış Yas Bitiği (Hece, 2008), Ali Emre'nin üçüncü şiir kitabı. İçinde 35 şiir var. Düzyazışiir diyebileceğimiz iki ürün dışında diğerleri bilinen şiir kalıpları/ yapıları içinde; serbest koşuklardan başka üçlüklerden, dörtlüklerden oluşan şiirler de az değil. Kafiye, şiirin sesine yardımcı olsun diye zaman zaman başvurulan bir unsur olarak dikkati çekiyor. Son on yılın şiir yazanları içinde dikkati çeken bir isim Ali Emre. Dergilerde imzası altında gördüğüm şiirleri okumayı ihmal etmediğim, değer verdiğim bir şair. Kendi kuşağı içinde de ayırt edilen bir özgünlüğü var.
Ali Emre'nin şiirlerinde açık ettiği yani söylemeye çalıştığı özü, aslında bir şiirinin başlığına koyduğu ifadelerle özetlemek mümkündür. Şöyledir büyük harflerle yazılan o uzun başlık: Uçurtmanın tekmil ipleri kopmuştu, üşüyorduk, kötüydük, göğün elleri koynundaydı, sokaklarda düş toplayan bir rüzgâr kalmıştı… Evet, manzara böyledir. Şairin bize gösterdiği dünya bu. Yaşananlar/ yaşamalarımız bu kerteye gelmiştir. Toplum dediğimiz büyük deniz "darağacı suratlı", "ahali de puşt" yani. Şairimizin derdi bunlardan yanadır.
Onarılmış Yas Bitiği'nde yer alan şiirlerde yergi başköşede. Açık ve gizli (ironi/humor) demeden, gerekli gereksiz mi olduğuna bakmadan, Emre şiirlerinde yergiye büyük yer veriyor. Nefi'ye asırlar berisinden bir dörtlükle selam göndermesi bundan. Ne var, şiir yergi sularına girdi mi, "gırtlağımızdaki bıçak" ifadesiyle söylendiği üzere tehlikeli damarlarda seyrediyor. Ben şairin yerinde olsa/ydı/m, bazı dizelerde ve şiirlerde "yaprak gibi titreyen" o ince, o ahenktâr sesini yergi uğruna terk etmezdim. Neyesi, yergi, günün kurbanı olur çok zaman. Çünkü güncelden beslenir. Yıllar, asırlar sonrasına kalıveren yergi türünden eserlerin sayısı o kadar azdır ki. Ali Emre'nin iki güz şiiri de harika bence. Birincisinin sonundaki iki dize fazladan gelmiş konmuş oraya, sanki zait duruyorlar. İkinci şiirin bilhassa ilk bölümü daha güçlü ve güzeldir. Şiirden tadımlık üç dize:
Utanmaz bir dilber gibi geçip gitti içimizden yaz
/…/
Artık ne sözün gücünden korkar içimizdeki güleç haydut / Ne de ölümün bitip tükenmez hünerlerinden
"Güz Dizeleri"ndeki bu mısralar unutulacak gibi görünmüyor bana, ışıltılı bir tarafları var. "Üçüncü Haçlı Seferinde Tırnağına Kan Oturmuş Bir Tüccarın Dilinden" şiirinin ikinci kısmına da şapka çıkardım. Daha önce, bu şiir dergide yayımlandığında da göz kamaştıran tarafını görmüş, beğenimi ifade etmiştim. Şiirin beğendiğim ikinci kısmının ilk beşliğinde gizli bir alay da var, ama tatlı bir humor bu. Diğer şiirlerdeki gibi iğreti ve sırıtkan değil. Şairimizin memleketi için yazdığı "Kastamonu" şiiri de dilâver bir şiir. Sağlam bir yapısı var; eksiksiz ve fazlasız. "Tiril tiril bir sıla türküsü…" Diğer şiirlerde anlamıyla biçimiyle parıl parıl parlayan ve buraya almadan geçemeyeceğim dizeler de var:
Yıllar sonra sevgiliye dokunmak gibi bir şey / Korkuyorum, boş bulunup ölmekten bir gün omzunda / Gün ne çok acıya döner puslu ve bezgin yüzünü / Dilimin ucunda yorgun bir sözlük konaklar / Kulağımızda ezan, eğnimizde kefen, dudağımızda çığlık / Bu kaçıncı yaz bize uğramadan böyle alıp başını giden / Sevgili yalnızlığım, yanındayım işte, bir güzel sevin…
Bunlar, Ali Emre'nin her biri ayrı bir hoşluk duyuran kusursuz denebilecek dizeleri, her biri bana kalırsa birer mısra-ı berceste. Kuşkusuz kıymetlerini erbabı bilebilir. Gelgelelim, Ali Emre'nin şiirlerinde anonim sözler ve meşhur şiirlerin adları ya da meşhur ifadeleri adeta tozu dumana katıp cirit atıyor. Hem de tırnak içine alınmadan (italik yazılmayı da kabul edemeyiz).
"Çarşı İzni" şiirinde "dilo dilo yaylalar", "yükümüz şimşir kaşıktı", "komşu kızını zapteyle", "bizim oğlan aşıktı", "o şimdi asker" gibi, beni bağışlayın, zırtapoz sözler, şiirin bir bölümünü perme perişan etmiştir. Hâlbuki aynı şiirin sonundaki "gözyaşından bir heykele dönmüştü annemin yanakları" dizesi, ayışıklı bir sofra bağışlar bize.
"Frenk Avlusu" şiirine boca edilen "Horozdan korkan oğlan", "Dünyanın en güzel arabistanı", "Yeşil sarıklı ulu hocalar", "Evleri balkonsuz yapan mimarlar", "İlim bir nokta idi onu ben çoğalttım" ifadelerinin, kanaatimce şiirin atlasına ve atmosferine getirdiği bir şey yok. Yine aynı şekilde "Elif Dediğimde Çarşı" şiirinde başka eserlerden/ yerlerden alınmış "geyikli gece", "mis sokağı", "tahanın kitabı", "dağlar bizim değil ama ferman hep padişahın" "davul tozu ve minare gölgesi", "vatan gerek ölmeye", "Elifin uğru nakışlı tamam yavru balaban bakışlı" gibi ifadeler, adeta şiiri kuşatma altına almış, kendi özgün varlığını tehlikeye koymuştur. Beri yanda, söz konusu şiirler için yararsız olan bu ifadeleri, kuşkusuz tırnak içinde alıntılamak, kitap adı olanlarını da eğik yazmak gerekir. Sözü çoğaltmaya ne lüzum var. Belli ki, Ali Emre'ye, has bir şiir kumaşı bağışlanmış. Onu iyi kesip biçmesi, ondan atlas elbiseler dikmesi kendi elinde. Bana kalırsa, Ali Emre'nin ilk elde yapacağı iş, şiirlerini karakoncoloslar gibi kuşatmış anonim ifadelerden, klişelerden, argo tabirlerinden arındırması olmalı. Yergiyi de tadında tutmalıdır.
[yeni şafak kitap]

Hiç yorum yok: