6 Eylül 2008 Cumartesi

unutmak, kanıksamak ve aldırışsızca seyretmek bir suç | yıldız ramazanoğlu


Yıldız Ramazanoğlu, geçtiğimiz günlerde yayınlanan Bağdat Fragmanı isimli kitabında, 'Doğu Konferansı' inisiyatifinden esinle başlayan tanıklıkları ve izlenimlerini aktarıyor. Tabii bununla sınırlı değil, Türkiye'ye dair derin analizler de var bu kitapta. “Unutmak, kanıksamak ve seyretmek bir suç. İster suça aktif katılın, ister pasif çok şey fark etmiyor. Eline bir silah alıp bu katliamları yapmakla, bu katliamlara göz yummak arasında çok ince bir çizgi var.” diyen Ramazanoğlu, büyük güçler karşısında erdemli, vicdanı, olan, eşitliğe, adalete, dünyanın hakça paylaşımına inanan insanların, sesini yükseltmesi halinde bir şeylerin değişeceğine dair büyük bir inanç taşıyor.

Kitabınız çok geniş bir yelpazedeki konulara ilişkin yazıları içeriyor. Böyle bir kitabı, Bağdat Fragmanı olarak isimlendirmenizin sebebi nedir?

Bağdat'ı bir metafor olarak kullandım. Çünkü Bağdat insanlığın bütün değerlerinin, birikiminin yağmalandığı bir mekânı temsil ediyor. Bu işgalle, insanlığın ortak birikimi olan binlerce yıllık eserler yok edildi. Sadece İslami eserler değil, başka kültürlerden, başka inançlardan süzülüp gelen tecrübeler, tanıklıklar acımasızca şiddetten nasibini aldı. Aslında bunu yok eden insan, doğrudan kendini imha ediyor. Amerikalılar farkına varmadan kendilerine de ait olan şeyi yok etmiş oluyorlar. Yaşanan bu korkunç gerçekliklere birkaç cılız sesin dışında insanların gerekli tepkiyi vermediğini düşünüyorum. İşin başka bir boyutu daha var. Şimdiye kadar saldırılar gerekçelendirilmeye çalışılırdı, insani etiketler kullanılırdı. Artık açıklama gereği duyulmuyor. Uluslararası hukuka yaslanma ihtiyacı olmadan ellerindeki güçle istediklerini yapıyorlar. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın “Elimizdeki eski teknoloji bombalardan kurtulmak için Afganistan'ı bombaladık” demesi, durumun vahametini gösteriyor.

Bu gerekçeler, aynı hikâyenin sonsuz kez tekrarı aslında...

Çok doğru. Bence insanlığın en büyük problemi kompartımanlar halinde birbirine karşı duyarsız yaşamaları. Daha da doğrusu dünyadan aslan payını alanlar, gerçekleri öğrenmeye o kadar da istekli değil. Yoksa bu iletişim çağında bu kadar zalimlik gözden kaçmaz. İnsanlar kendi gettolarında yaşıyorlar ve ötekine karşı son derece duyarsızlar. İnsanın bu dünyadan giderek silindiğini, kaybolup gittiğini düşünüyorum. Bu kadar duyarsızlık, hakkaniyetten uzaklaşma ve tepkisizlik hayra alamet değil. Başkalarını duymamayı sürdürdükçe yaratılışta üflenen o temiz özden uzaklaşıyoruz, kayıp oğullara dönüşüyoruz. Merhametten, erdemlerden adaletten ayrılmış insanların kıssasıdır İncil'deki kayıp oğul. Şu anda dünyada milyonlarca kayıp oğullar ve kızlar var. Bir de kaybedilmeye, yok edilmeye, susturulmaya çalışılan oğullar var. Yusuf peygamber gibi.

Kitabınızda Filistin ile ilgili gerçekten çarpıcı tespitleriniz var. Filistin'indeki yara her gün derinleşiyor. Ama izleyiciler için de normalleşiyor...

Filistin gerçekten şu anda dünyada yaşananların hepsinin merkezinde olan ve insanlığın düğümlendiği bir yer. Eğer bu düğüm çözülecekse ancak bu işgal son bulduğunda çözülür. İnsanlık bugün su gibi ekmek gibi adalete muhtaç, yeryüzünde küresel bir adaletsizlik korkunç bir hızla her şeyi önüne katıp götüren bir sel gibi insanlığı istila ediyor. Yerel tiranlar buradan besleniyor. Filistin'de hepimiz daha hayattayken, gözlerimizin önünde pervasızca yaşananlar bizi de kaybolmuşlara, yitip gitmişlere katıyor. Çünkü hiç kimsenin inanmadığı ama inanır gibi yaptığı bir yalan zinciriyle insanların evlerinden çıkarılarak mülteci durumuna düşürülmesine, aşağılanmasına, öldürülmelerine tanık oluyoruz ve insanlık susuyor. Susma, kanıksama, görmezden gelme aslında suça iştirak etmenin öteki yolları. Akıl, kalp ve vicdan ile davranmak yerine bütün insanlığın kaba güce teslim olduğu bir noktadayız. İnsanlığın ortak kazanımları özgürlük, adalet, eşitlik gibi olguların gerçekliği Filistin'de çökünce buradan dalga dalga bütün gezegene yayıldı. Irak'ta yaşananlar da bunun bir uzantısı. Şöyle bir görüntü gözümün önünden hiç gitmiyor. Afganistan'a saldırılar sırasında Washington Post dergisinin bir kapağı vardı. O kapakta Bağdatlı bir aile güle oynaya yemek yerken Afganistan saldırısını ve Usame Bin Ladin'i izliyordu. Güvenli evinde bunları izleyen Iraklı aile için Afganlılar ötekiydi. Biz de aynı şekilde Irak'ta yaşananları akşam yemeğinde haberlerde izlerken komşularımızın çığlıklarını duymuyoruz, bir oyun sanki her şey. Şimdi İran'a doğruldu propaganda silahı. Dünya umarım bu kez susmaz, seyretmez kanıksamaz ve unutmaz. Aslında unutmak, kanıksamak ve aldırışsızca seyretmek bir suç. Eline bir silah alıp bu katliamları yapmakla bu katliamlara göz yummak arasında çok ince bir çizgi var.

Susmak suç diyorsunuz. Bu büyük güçler karşısında sadece 'ses' olmak yeterli mi?

Aslında insanlık bu konuda küçümsenmeyecek kadar mesafe katetti diye düşünüyorum. Dünyada iki tür küreselleşme yaşanıyor. Richard Falk'ın kavramsallaştırmasıyla 'Yukarıdan Küreselleşme' saldırı ve adaletsizlik üzerine kurulu. Erdemli, vicdanı olan, eşitliğe, adalete, dünyanın hakça paylaşımına inanan insanlar ise aşağıdan küreselleşiyor. Doğu Konferansı da aşağıdan küreselleşmenin bir parçası. Bunun içinde küreselleşme karşıtları var, bütün insan hakları örgütleri var, Dünya Sosyal Forumu var. Gerçekten böyle gitmeyeceğini, bu küresel yoksulluğun, küresel adaletsizliğin durdurulması gerektiğini düşünen, alternatif bir dünya için çabalayan insanlar var. Direnen milyonlarca Müslüman var. Dünya Irak Mahkemesi kuruldu ve 20 şehirde bu mahkemeler devam etti ve nihai mahkeme 2005'in Haziranında İstanbul'da yapıldı. Bunlar küçümsenecek şeyler değil. Herhangi bir hukuki yaptırımı olmadı ama Bush, Blair birçok işgalci yargılandılar ve insanlığın vicdanında mahkûm edildiler. Maşeri vicdanın nezdinde mahkum edilmeleri bence çok büyük bir şey, demek herkes bir ucundan tutsa, bu hareketler çığ gibi büyüse o zaman şiddet kaba ve çıplak olarak ortada yalnız kalır. İş göremez olur.

İnsanlığı düştüğü yerden kaldırmak ve yukarılara çıkarmak için hoşgürüden çok daha fazlasına ihtiyaç var gibi geliyor...

Avrupa'da da otoriter eğilimler yükseliyor. Bunlar iyi gelişmeler değil. İnsanlar arasında ast-üst hiyerarşileri kuran dil ve politikalar yüzyılların ürünü tabii. Mesela National Geographic dergilerinin ve tv. programlarının işlevini analiz eden bir kitap okumuştum. Farklı kültürleri tanıtıyoruz adı altında ötekini nesneleştirmek söz konusu. Başka olanı, farklı olanı, üzerinde antropolojik, ekolojik olarak araştırma yapılabilen sosyolojik olarak analiz edilebilen seyirlik bir malzeme haline getiriyorsunuz. Hoşgören, sevimli kılan bir dil var üstte ama kirlenmiş bir hoşgörü. Yukarıda birileri var aşağıda olanları canı ne zaman isterse ve ne kadar isterse hoş görecek onlara esas insanların dünyasında küçük bir alan açacak ve bunun için binlerce kez teşekkür edilmesini bekleyecek. O yüzden eşitlik, adalet, bazen merhametin diliyle de sinsice ve tehlikeli biçimde zedeleniyor. Bu şartlar altında ötekiler adına sesini yükselten insanlardan bir tanesi bile bütün insanlık adına sesini yükseltmiş olur, hiçbir itirazın küçümsenmemesi lazım.

”Türkiye'nin Kardeşlik Enerjisi” kitabın önemli başlıklarından. Son dönemde medyada toplumsal ayrışmaların fazlalaştığı yönündeki haberleri göz önüne alırsak, bu enerjinin bir güç oluşturacağına inanıyor musunuz?

Türkiye'de insanların adalete olan inancı çok sarsıldı. Bu konuda büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor ve yurttaşların çoğunluğu adaletle muamele gördüğüne inanmıyor. Öte yandan yeni bir toplumsal sözleşmeye bunun metni olabilecek bir anayasaya ara sokaklarda ulaşılıyor. Bir süredir farklı insanların bir araya gelip konuştuğu, yüzleştiği, dertleştiği forumları oturumları tecrübe ediyoruz. Bu süreçlerden iyi sonuçlar çıkacağını düşünüyorum. Başkalarının hakikatine eğilmek, bizimkinden farklı taleplere de kulak vermek ön yargıların tartışmaya açılması çok önemli. İçimizde herkesin kendi darbesi gizlenecek gelişecek yer buldukça, darbelere dur demek sonuç getirmez. Yeni bir zihinsel yapılanma gerekli. Aşağıdan yavaş yavaş gelişen yukarıya doğru tırmanan ve çok kısa vadede bütün Türkiye'yi sarmasını dilediğim bir anlama, dinleme çabası var. Bu ülkede görmezden gelinen bazı gerçekler var. Kitapta yer alan kimi kadınlar bunları hatırlatmak için yazıldı. F tipi cezaevlerini protesto etmek için ölüm orucuna yatan Kulaksız kardeşler mesela... Hayatlarını ne için kaybettiler, dar bir çevre dışında hiç konuşulmadılar. Herkes çok farklı sorunlar yaşıyor bu ülkede, insanlar birbirine değmeden, kendini ötekine kapatarak, yoluna devam edeceğini sanıyor. Süreyya Yüksel'i de anmak istedim ki, Doğu'da yetişen muhteşem kadınlara da biraz dikkat çekilsin. Babalar ne kadar değer verirmiş kızlarına, nasıl prenses muamelesi yaparmış. Eğitimine önem verilmiş, ailesi tarafından desteklenmiş bir Kürt kızı sıra dışı bir varoluş kurarken nasıl desteklenmiş bilelim. Bu töre cinayetlerini görmezden gelmek değil, kendimizi farklı boyutlara açmak. Doğu'daki kadınların töre cinayeti dışında anılmaması kendimizi etiketlemek oluyor biraz.

Bağdat Fragmanı sonrasında tezgahınızda neler var?

Aslolan öykü benim için. Çalışmalarım o yönde. Fakat başka ilgimi çeken şeyler de yok değil. Mesela feminizmin emperyal dili ile ilgili bir çalışma yapıyorum. İşgallerin zeminini oluşturan dil, kimi kadınlar tarafından kullanılış biçimi ve yol açtığı sonuçlar... Bunların deşifre edilmesi lazım. Bu yönde yayınlar çoğalmaya başladı. Herkes yol ayrımında.

röp: hatice saka, yeni şafak kitap, temmuz '08

Hiç yorum yok: