8 Eylül 2008 Pazartesi

lale müldür ve hastalığı | lale müldür


Bu yazıda aşağı yukarı YKY'nin Kitaplık dergisine verdiğim yazıyı+yeni şakalar yazıyorum. İlkin hastalığımla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum. Hatta hastalığımdan önceki iki ay filan da benim için anlamsız. Bir gün önce 20 şiir yazdığımı duydum. Yine de çok alakası olduğunu sanmıyorum. Zaten doktorlar tam olarak nedenini bulamadı. Ama çok iyi anımsadığım bir şey var. Böyle birkaç arkadaş toplanmış ve ben onlara bu yazın sonu gibi bir zaman, dünyanın sonunun geleceğini söylüyorum. Böyle bunlar bir araya toplanmış -görsel bir şey tabii- tam ne gördüm hatırlamıyorum. Benim Radikal'de yayınladığım 'Post-World Manifesto' şiirini andırıyor. Olaydan bir ay önce yazılmış.
Bakın ardından ne geldi? IRAK SAVAŞI! SARS! Daha ne geleceğini de bilmiyoruz. Amerikalıların toplanıp bütün Arap ve Türk ülkelerine, hatta daha sonra Rusya'ya hücum edeceğini söylüyorlar. Ben bunu ilk Kürşat Akalan'dan duydum. Kardeşim Uğur'un getirdiği bir kitapta varmış. Neyse hastalığa dönersek, Gani beni evden hastaneye götürmüş. Çapa'da hemen yoğun bakıma almışlar beni. Burnumdan kan geliyormuş -işte beni kurtaran şey ve oraya erken gitmiş olmam! Eğer burnumdan kan gelmese; belki ölecek, belki kafam büyüyecek, velhasılı bir sürü tatsız şey.
Arkadaşlarım Perihan Mağden, Ahmet Güntan, Tuğrul Eryılmaz (kendisine de buradan büyük büyük geçmiş olsunlar gönderiyorum), Donat Bayer, Adnan Yıldız, Yasemin Akbaş, İsmail Akyıldız ve kardeşim (Uğur), karısı Emel ve yeğenim (Ozan) bana bakmak için inanılmaz bir ekip kurmuşlar işlerinden ayrılarak. Dakikalarla ayrılan bir süper program ve sevgili doktorlarım, beni kurtaran Dr. Talat Kırış ve nöroloğum Dr. Hakan Gürvit ve maalesef isimlerini bulamadığım diğerleri. Hastaneden çok çok memnun ayrıldım.
Çok espritüel konuşmalar geçmiş bu arada. Sadece Fransızca ve İngilizce konuşuyormuşum. Türkçeyi unutmuşum. Bazen bayağı problem olmuş bu: "Biraz tuhaf tabii, Türk değil miyim?" dedim kendi kendime, yıllardır Türk şiiri yazıyorum derken! Zaten 'İngiliz gibi yazar' filan diyorlar -burada da çıktı karşıma. Örneğin Adnan'a (Sebastian diyormuşum ben ona) "I'm lost in this mystical garden" (Bu mistik bahçede kaybolmuşum ben) diyormuşum. Hastanede kalmak mı istiyorum, çıkmak mı meselesi doğduğunda, bakıcım Maria'nın aerobic yapıp bütün hastaneyi şok etmesi var. Bu arada bana bakan iki kadın var -Maria ve Semiha ikisi de birbirinden tatlı. Şimdi halen bana bakan Maria'yı kardeşim bulmuş. Lenin'den başlıyoruz onunla, Dostoyevski, Gorki ile sona erdiriyoruz.
'Benim kodlarım lanetleniyor'
Adnan başka bir şey daha anlatıyor: "Müthiş kopuktun bir gün. Hiçbir şey dinlemiyorsun. Söyleneni de algılamıyorsun. Yan yatakta koyu dinci aileden bir adam yatıyor ve sürekli saçmalıyor. Adam bir ara İsa dedi. Sen 'İsa diyor sus' diye terörize ettin etrafı." Adnan'la Donat'ı yanyana görünce, "Daha önce bana niçin Atatürk olduklarını söylememişler?" diye soruyorum. Şişman, bıyıklı, çirkin bir adam için "Lale bunu sana ayarlayalım mı?" diyor Adnan. Ben "Yok artık o kadar da ölmedik!" diye cevap veriyorum.
İsmail'e ise "Hiç gömüt gördün mü sen?" diye soruyorum. "Evet" diyor arkadaşım şaşırarak. "Peki nasıl oluyorlar?" diyorum. "Pek düşünmedim ama herhalde mutludurlar" diyor. Bense onun yüzüne uzun uzun anlamlı anlamlı baktıktan sonra, yüzümü sağa çevirmişim. Başka bir gün iki arkadaşım (İsmail) renklerden söz ediyor. Kız, "Lale moru ve turkuaz'ı sever" diyor. İsmail'se "Ne anlama geliyor senin için bu renkler" diye soruyor. Ben, "Sırlar konuşulmaz" diyorum. Başka bir sefer İsmail, "Lale biz gidiyoruz, seninle bakıcı kadın ilgilenecek" diyor. "Bi dakka" diyorum onlara dönüp, "Siz gitmeyin!". Ters ters bakıcı kadına bakıp, yanıma çağırıyorum ve diyorum ki, "Siz gidebilirsiniz, benim kurallarım vardır, ben onlara uyarım." Bütün bilinçsizliğime rağmen, durumumu çok iyi kavrayan laflar ediyorum. Bir gün biraz paniğe kapılmış bir şekilde "Buralara kadar düştük" diyorum. Başka bir gün içmem için 2 hap veriliyor. "Tamam Lale iç" diyorlar. Ben önce birini, sonra diğerini içip "Bu bir ritüeldir" diyorum. Bir zaman İsmail bana bakıp, "Aaa Lale bugün daha iyisin, iyileşiyorsun" diyor. Ben de gözlerimi ondan ayırıp, trajik bir biçimde, "Benim kodlarım lanetleniyor" demişim. Perihan'a gelince, anlattıkları beni iki saat boyunca kahkahalarla güldürdü ama maalesef bunların çoğunu hatırlamıyorum şimdi. Aklımda kalan, biz Cem'le bahçede yürürken benim, "Burada beni sistematize etmeye çalışıyorlar!" demem. Başka yaptığı bir şey benim moralimi yerine getirmek için makyaj yapması. Perihan'ın yaptığı en önemli işin, beni 'sistematize ettirmemek' olduğunu söyleyebilirim.
Yasemin'se, yoğun bakım günlerimin dördüncüsünde yanıma giriyor ilk defa. Ona bir erkek hastabakıcıyı gösterip, sinirli bir biçimde, "Bu adam çok tahrizan" diyorum. Başka bir gün ise kameramanlar ve maiyet ordusuyla eski Kültür Bakanı, şimdiki Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik teşrif ediyorlar. Ama ben yoğun bakımdayım. Kapımda ise Yasemin var. Kollarını gererek adam içeri girecekmiş gibi manevralar yapıyor. Adam meseleyi derhal anlayıp, "Merak etmeyin, biz içerde biraz konuşacağız o kadar" diyor. Bu olay beni partiye oy vermesem de sevindiriyor. Başka bir gün Yasemin beni sevindirmek için "Lale bak ileride çok güzel şeyler yapacağız, Kaktüs'e filan gideceğiz" diyor. Bense olayı hemen sanıp borularımı zorlayarak ayağa kalkmaya çalışıyorum. Daha başka bir gün ise hemşire Semiha'ya, "Bak bu kızı görüyor musun, bu kızı, bu kız Robert Kolej'de çok çapkındı" diyorum.
Taptaze şiirler yazacaksın
15 Aralık gecesi benim yoğun bakımda karşımda Gülseli'yi gördüğümde, başıma kakılı aleti gösterdiğimde: "Bu nedir" diye sorduğumda, onun yanıtı açık ve sadeydi: "Bu aleti sana İlana takımyıldızından gelenler taktı" dedikten sonra ben kendisini bir komşumla tanıştırmak istedim. Bir süre sonra Gülseli, bana yıldızlı bir gece dileyerek gözümün önünden kayboldu. Hastaneye düşmeden üç saat önce Gülseli'ye telefonda ölmüş olan kedilerimin ruhlarıyla buluşmak istediğimi söylemişim. Gülseli sonradan Kaktüs'den hastalandığımı duyup hastaneye koşmuş. Yoğun bakımda sürekli bir ses duyuluyordu: "Ben Bilmem Kim, Lale'nin arkadaşıyım" diye. Gülseli'yi görünce bende parti vermek isteği doğuyordu. İyi geceler Gülseli, yıldızlara dek!
İşte böyle binbir çeşit espri var duyduğum. Hastaneden bir ay önce bir şeyler olacağını bildiğimi ve beklediğimi söyleyebilirim. Rüya mıydı, başka bir şey mi, tam hatırlamıyorum ama görsel bir şeydi. Biri gelip bana dedi ki: "Sen çok yakında hasta olacaksın, sonra iyileşeceksin ve taptaze şiirler yazacaksın." İşte bu yüzden 'Ölümden döndün' diyenlere inanmıyorum. O dönemi hatırlamadığım için mi inanmıyorum? Hatırlasam ne olacak, yine inanmayacağım. Çünkü bana iyi geldi bütün bunlar. Bu süreç bana sükûnet, ruhsal bir kuvvet, medeni cesaret, büyük ve gerçek dürüstlük getirdi. Çok rahatladım -bunlar benim pek de elde edemeyeceğim şeylerdi. Ama yeni Lale'yi biraz tuhaf buluyorum. Ama yine de yaşadıklarımın hepsi bir sebep, bir bahşedilme bana göre. Doktorlara göreyse MUCİZE OPERASYON. Türkçem bile sayın Öget hanım tarafından mucizevi bir biçimde iyileşmiş göründü. "Siz gidin evinize, sizin Türkçe öğrenmeye ihtiyacınız yok" derdi. Annemle gittik en son oraya. Annem Alzheimer hastası olduğundan benim hastalığıma dair hiçbir şey kaydetmiyor ya da kaydetmek istemiyor. Babamsa her zamanki, "Ben neşeliyim. Gerisinden bana ne ya da bu Lale'yi ne yapacağız" havasında. Bugünlerde her gün iki şiir yazdığımı (hastaneden bu yana 40-50 gibi) arada bir de düzyazı yazdığımı söyleyebilirim. Şiirler ilginç, değişik, sert. Bir de hastaneden önce yazmakta olduğum bir şiir kitabı ve bütün bunlardan önce yazdığım bir aşk/güneş tutulması/deprem şiiri kitabım var. Farklı şeyler yazmak istiyorum şimdi. Çok yalın, çok gerçek, çok doğru şeyler yazmak istiyorum. Kedim Odetta hastaneden eve döndükten sonra tam üç gün yanıma oturup bağırdı. O da çok değişmiş, çok farklı olmuş. Kötü bir şeyi yok ama kaçıyor herkesten.
Şu an benim için en üzücü olan şey bir defter dolusu şiirin kayıp olması. Hastanede tuttuğum defter. Defterle beraber kaybolan şiirler bir yana, yaşadığı sürece hiç değilse hastalığım için tanıklık edebilecek bu deftere ilişkin söyleyebileceğim tek şey var artık: "Art arda bir defter tutmuşum ve kaybetmişim." Tıpkı hayatta başka birçok şeye öyle olduğu gibi...
radikal, 25 mayıs '03

Hiç yorum yok: