5 Eylül 2008 Cuma

genç bir liman öyküsü | mehlika toyga


“su çekildi göründü zamanın dibi, korkuyorum bu akşam kıyamet varmış gibi…N.Fazıl”

Bir renk yürüyor…
Vakit yorgunca hâlâ. Pencereme yaklaşıp birtakım bakışlar fırlatıyorum sokağa. Kaldırımları yaralıyorum. Bir kadın varlığını ispatlamak istercesine, düzenli ayak sesleri serpiştiriyor yola. Çocuk adımlarını usançlı bir yürüyüşe kurban veriyor. Yol yürüyor gözümde. Sonra havaya doğru bir söz kanatlanıyor. Yaprakla rüzgârı bir kavgaya ilikliyor vakt-i hazan. Su yürüyor gözümde. Karıncalar sırtlanıyor koca dağları. Ve bir renk yürüyor geceye. Gündüze küserek bir renk, zamana çöküyor. Renge aldırmıyor adam. Köpeği ile dostluk nöbetleri geçiriyor.

Çölden kaçmış bir sıcak açılan pencereden başını uzatıyor. Damarlarıma kadar işliyor arsızca. Eceli gelmiş sözlerimin, ne bir saniye önce… Ne bir saniye sonra… Gömülüyor. Dilimden oluyorum. Bir suya uzatıyorum efkârımı. İrili ufaklı su sevdalıları, kös kös otuyor maviler üstünde. İnsanlar doluyor, insanlar boşalıyor. Liman günün ayak izi yorgunluğunu atmaya çalışıyor omuzlarından. Ve karanlığa bir kez daha hamd ediyor. Denizin terkedilmiş kadınları onlar. Kimse bilmez. Hep çiğnenmiş lokmalara uğrak verir azığını. Şimdi tam da bir liman öyküsü yazmanın arefesinde martılar. Islak yürüyüşlerde bekletiyor kurumuş gönlünü önce. Ki baş edebilsin denizlerin bu serseri çocukları ile.

Bir ses yürüyor…

Zaman dargınca bana. Perdesini çekti mi hayat. Bir aşk duvağını muma veriyor, pervaneye matuf. Karanlığın sayfalarını bir bir çeviriyorum yüzüme. Genç bir kızın aynaya düşen perçemlerinden öte, kalbimin kan’dan sarkıtlarını devşiriyorum alnıma. Nasılsa saçlarım üşümüyor başımda olmayınca. Başım da olmayınca, alıp gidemiyorum. Onları da bir kuşa salık veriyorum usulca. Eteğim, bir şiirin eşiğine takılıyor. Yüz görümlüğü istiyor benden aşk öyküleri. Düğün başlıyor. Çocuklar ilk günahlarını işliyor. Yüzler arabanın önüne atlıyor ve içi ateş dolu zarfları ağızlarıyla açıyor. Bir aşk ellerinden tutuyor Ali’nin. Gel diyor. Bak seni nereye götüreceğim. Ali annesinin çantasına koyduğu tüm öğütlerin üzerini örtüyor. Sevinçle gidiyor. Sevinçle…

Benimse bir sandığım var. İçimin taa içine kilitlenmiş. Anahtarı kayıp. Gelinlik kız edasıyla, süzülüyor içimde. Her şey orada birikiyor, o boşlukta. Korkularım üşüşüyor etrafıma. Bir sızı’nın kıyısında ayaklarım. Taze bir ayrılık kokusu sarıyor dünyayı. Yavaş yavaş uyuşturuyor eşyayı. Radyolar dudaklarını kıpırdatmaksızın söylüyor ezgilerini. Tüm saatler kokunun sarhoşluğunda, naralara dönüşüyor tik-tak’lar. Perdeler asılı durmaktan sıkılmış. Bir rüzgârla oynaşmanın yolunu beklerken, zamanı ipler çekiyor. Yetmiyor. Gemiler halatlarını feda ediyor. Taze bir ayrılık kokusu sarıyor Ali’nin bedenini. Damarlarından geçiyor, yüreğine ulaşıyor. Taze bir ayrılık kokusu, genç limanı da sarıyor. Nefti kalbini ele geçiriyor. Ali kendini birden limanda buluyor. Liman Ali’ye ne kadar da benziyor!

Bir gök yürüyor…

Yüzüme çarpa çarpa. İçimde vagonlar dolusu inlemeler. Yosun tutmuş bir maviden ne beklenir. Ya bu kamaradaki işkillenmeler. Hepsi, hepsi bir göçün yorgunluğu. Yüzümün kaldırımlarına diz çöküyor her sabah bir dilenci. El açıyor yoldan geçen masallara… Öykülere… Şiirlere… Bir çocuk her sabah taşlarımı çiziyor elinde kırık sevinci. Oysa ben de bir çocuktum, annemin çocukluğundan kalma. Çoğu zaman bir anneydim, çocukluğumun düş’ünden bozma. Şimdi bir hiç’im bu limanda, olmayan varlığımdan yapılma! Ben hep buralardayım çocuk. Bu viranda. Gelince kapıyı çal, ama sakın zile dokunma! Çünkü bir öykü uyuyor içerde, bir masal işte. Ben bir şiir asıp geleyim bahçedeki dar ağaca.
-Bayan, aklımı renge boyadınız. Size minnettarım.
-Siz kaleminizi bugün neye bandırdınız küçük bey!... Bu ne işgüzarlık. Ne bu kalemşorluk. Daha fethedilecek kaç kaleniz var?Ya o kulağınızdaki asılı notalara ne demeli peki? Dilinize sürtünen, her defa da geriye ittiğiniz o naralara!...
-Buyurun alın çocukluğumu elimden…
-Yapmayın küçük bey. Kaleminize bakın! Yakalayın onu hadi. Mürekkebiniz damlıyor tutun lütfen. Hem almasam ben, ellerinize düştü ise çocukluğunuz. Zaten kıymışsınız ona. Birde ben mi kıyayım!
-Kıskandırmayın o zaman büyüklüğünüzü. Üstelik aynı şarkıyı dinlerken.
-Adım adım çoğalıyor bu serzeniş. Ey çocuk! Nedir bu terkediş? Haydi dön hayatın yüzüne de bak!Bak yüzüme de…
-Ne zaman kendimi açsam bozuk çıkıyor kalbim, kim tüketti beni böyle? Hem bir çocuktan geçmeden ayaklarımız, büyük derelere ulaşamaz mı hayatlarımız?
-Durun küçük bey! Daha geminin kalkmasına çok vardı ama…
-Bu zemheri değil aldanma esişine. Bir adam yap kardan bozma şu öykünün eşiğine. Sayfalar karışıyor bak, bir siyahtır aldı başını gidiyor.-Ama küçük bey, önce kalbinizi çözmeniz gerekiyordu!...
yolcu 50

Hiç yorum yok: