12 Mart 2009 Perşembe

12 mart: yalanla vals | 12 mart öldürür!


1- Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2- Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize.

Bilgilendirme böyle başlamıştı ve ‘kardeş kavgasına bir nihayet olsun’ diyen sineden devşirilmiş silahlı kuvvetler, gökten zembille indirilip kendisine verilmiş olan koruma–kollama görevini itina ile yerine getireceğini, hiç gocunmayacağını, üşenmeyeceğini, vicdanının sızlamayacağını taahhüt eylediği yukarıdaki metinle bildirmişti 12 Mart sabahı. ‘Başarılı’ olmuş ikinci, emir komuta zinciri içinde yapılan ilk darbemize muhatap olunulmuştur nihayet. 27 Mayıs’ta başbakan dahi asıldığına göre, ve ardından halkta birkaç cızırtı dışında güçlü bir frekans dalgası oluşmadığına göre, bu seferde üç-beş ‘anarşik’ çocuk asılabilirdi, doğaldı, gerekliydi. Üç yağlı urganla, ilke ve inkılaplara yağ çekilmiş olacak, düzen devlet alet edevat yoluna girecekti.

BiR iÇ KANAMA: DERiNiN iÇi KIRÇIL DEGiL
Derinin içi dışı gibi kırçıl olmamakla birlikte, vahim bir iç kanama mevzûna işaret etmekteydi. 12 Mart muhtırası verilmeseydi, ordu içinde yapılanmış olan ve başında Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun bulunduğu gizli askerî cunta 9 Mart 1971 tarihinde darbe yapacaktı. Cunta içine sızmış ve mühim görevler üstlenmiş Mahir Kaynak aracılığıyla cunta haber alınmış ve 12 Mart muhtırasıyla birlikte, bu işe teşebbüs eden Orgeneral rütbesinden daha aşağı kıdemdeki tüm ordu mensupları re’sen emekliye sevkedilmekteydi. O tarihlerde TİP arasındaki ayrışma sonucu Mihri Belli çevresindeki TİP mensupları yapılacak devrimi iki aşamalı görmekteydiler: Önce Milli Demokratik Devrim ‘askeri darbe’ şeklinde ‘genç subayların’ önderliğinde gerçekleşecek sonra da ‘proleter devrim’ şiddete dayanmadan kesintisiz bir şekilde işçi sınıfının hakimiyetini kuracaktır. Muhtıraya giden süreçte Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim gazetesi çevresinde toplanmış olan, ve içerisinde 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi’nin gerçek lideri Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun da bulunduğu ‘Milli Demokratik Devrimciler’, o dönemin siyasi patilerinin boş bir oyalamaca olduğunu öne sürmekteydiler ve ‘ulusçu-devrimci yöntem’ doğrultusunda parlemanto dışı muhalefete sahip çıkıyorlardı. Nitekim Devrim gazetesinin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal, 25 Mart 2008 tarihli Milliyet’teki köşesinde şöyle yazıyordu:

‘‘… Neredeyse kırk yıl öncesine gittim. 1969’u, 1970’i, 1971’i düşündüm. Darbeci ya da cuntacı yıllarımı... Bu işlerin içindeki birçoğumuz gibi ben de mesleğimi o zamanlar devrimci diye tarif ediyordum. Bir araç olan askeri darbe ile ‘devrim’in önünü açacaktık çünkü... Öyle inanıyorduk. Gözümün önünden geçip giden filmin karelerinde kimler yoktu ki. Doğan Avcıoğlu’yla İlhan Selçuk vardı, İlhami Soysal’la Uğur Mumcu vardı, Cemal Madanoğlu Paşa’yla birlikte daha nice general ve asker kişi vardı. O tarihlerde ‘darbe’nin peşindeydik. Özellikle Ankara’da askerle ‘organize işler’in içindeydik. Bize çalışan bazı devrimci gençler sağda solda bomba patlatarak asker için darbe ortamı oluşturuyordu. ‘Ordu-gençlik el ele, milli cephede!’ mitingleri düzenleniyordu.’’

YALANLA VALS
Mesele buydu ve Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur*, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu’nun açıkladığı muhtırayla, içlerindeki düğüm böylece çözülüyordu. Bu kez parlamento fesh edilmedi, partiler kapatılmadı, Anayasa askıya alınmadı. Yayımı yasaklanmış olan tüm sol yayınlar toplatıldı, TİP ve DİSK kapatıldı, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan tutuklandı.

Muhtırada tek kelime ordu içi vals’lerden bahis geçmiyor. Her şey anarşistlerin yaptığı anarşik hareketler sonucu oluşan anarşi ortamının suçuydu. Ve diyeti de ödetilmişti, ama esas sorumlulara değil tabiî ki her zaman olduğu gibi tali ‘kahraman’lara. Bu defa da, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, bütün bu görünüşteki ve görünmeyişteki valslerin kurbanıydılar.

*(General Muhsin Batur, yazar Enis Batur’un babasıdır. Enis Batur, babasıyla askerlik üzerine bir diyalogunu söyleşisinde şöyle anlatıyor: ‘‘Sorunlu bir genç, dikkafalı biriydim, her vakit başlarına dert oldum. Askerliğimi 12 Eylül döneminde Çankırı’da yaptım. Nokta dergisi benimle bir söyleşi yapmıştı sonrasında, ‘Askerliğin onurumu kırdığını’ söylemiştim ve babam bu cümleme üzülmüştü. Ne yapalım ki öyleydi.’’

Doğru, ne yapalım ki, baba ve oğul arasındaki ‘fark’ bu denli olabiliyor. Enis Batur adına söylersek, iyi ki de oluyor!)

YIL 2009
Madem yalanlar, valsler, bahaneler, uygulamalar, baskılar bu kadar sert ve yalan, ölümlerse gerçek; ‘öyleyse konuya ‘temel’ bir sorudan yaklaşılmalı’ düsturunu üstlenen yazıyı 3 Mart 2009 tarihli Taraf gazetesinde okuduk: Sevan Nişanyan ciddi bir ironiyle veya bir ironi ciddiyetiyle soruyordu: Türkiye’ye sahiden bir ordu lazım mı? 11 adet iç-dış ‘tehlike’yi sıralayıp yazar kendisi de bir cevaba varıyordu lakin biz cevabı bir şairimizden, Cahit Koytak’tan dinleyelim. Bu yazının ve hayatta kalmanın sadedi budur vesselâm:

can sıkıntısından oturup darbe planı yapan asker, sivil bütün generaller için dostça öneriler

bakın komutanım, herkes gibi benim de
ilk aklıma gelen:
her biriniz onar bin ağaç dikin,
yüzer bin ağaç dikin!
yahut kırmayı yüreğinizin kaldıramayacağı
düşman sayısı kadar ağaç dikin ki,
adınızla anılan ormanlar kaplasın
savaş meydanlarını,
çöller yerine

bakın, size söz, o zaman o ormanlarda,
ölüm nedir, unutmak nedir
bilmeyen rüzgârlara
şarkılarımla, sonsuza kadar
adınızı anarak uğuldamayı
öğretmek benden!

her biriniz ayrı bir mevzide,
ayrı bir geçitte, cinlere tuzak,
perilere pusu kurmak yerine,
bir bahçe, bir bağ yeşertin
ki, cinsi adınızla anılacak
elma ağaçları, kiraz ağaçları,
badem ağaçları yükselsin,
mezarlık servileri ve
şehitlik anıtları yerine
bakın, size söz, o zaman o bahçelerde
ölüm nedir, unutmak nedir
bilmeyen dereciklere
şarkılarımla sonsuza kadar
adınızı anarak çağıldamayı
öğretmek benden!

zihinlerinizdeki kışlaları, örneğin,
yatılı mekteplere çevirin,
resim atölyelerine, müzik atölyelerine,
şiir atölyelerine
kıtaları gezici tiyatro truplarına,
talimgâhları şenlik alanlarına
ki, adınızla anılan coşku çağları olsun,
çiçeklenme çağları olsun insanlık için,
sirenli, düdüklü korku dönemleri,
yıkım dönemleri yerine,
dar baharlar, upuzun kışlar,
karanlık zaman tünelleri yerine

insanların gülmeyi öğrendiği,
birbirine güvenmenin, kucaklaşmanın
vatan kurtarmaktan daha erdemli
ve daha kahramanca
olduğunun herkesçe bilindiği,
kucağı gök kadar derin,
tebessümü yeryüzü kadar geniş
ve bir erken bahar sabahı gibi
ölülere mezardan kalkma hevesi veren
altın dönemler olsun.
bakın, size söz, üç bin yıl sonra,
belki beş bin yıl sonra
adınızı, merihte ya da satürnde
bir sarı zeybek gösterisi için,
bir figaro yahut keremle aslı
operası için turneye çıkan,
mehmetçiğe, hansa ya da coniye,
şarkılarımla, sonsuza kadar,
en uzak yıldızların kulaklarına
fısıldamasını öğretmek benden!

kısacası, mayınlarınızı temizleyin,
aklınızın önündeki mayınları,
kalbinizin önündeki mayınları,
kafalarınızla kalpleriniz arasına
döşenmiş mayınları,
vehimleri, önyargıları, takıntıları
temizleyin,
temizleyin ve girin korkmadan,
heyamolalarla, çığrışmalarla
ikinci gençliğinize,
ikinci delikanlılığınıza,
ikinci çocukluğunuza...

ve bütün bu mucizevi şeylerden sonra,
yüzlerinizde ve ruhlarınızda hâlâ
askeri bölge girilmez uyarısı
asılı mıntıkalar gözüküyorsa,
herkes için bahar göçüp gitmeden
sonsuza kadar,
oraları kuşlara açın,
çocuklara açın,
meleklere ve insanlara açın!

ve bakın, görün o zaman,
onlara şarkılarımla,
adınızı anarak çığrışmasını
belletmek benden!

size söz, diyorum, söz!
ve bu, ebediyete yol şarkıları yakan
yoksul bir şairin sözü.

...

Hiç yorum yok: