23 Şubat 2009 Pazartesi

bir tek dileğim var, mutlu ol erbil | yıldıray oğur


ERBİL
Uçakta yanımda oturan yaşlı kadının ısrarlı ikramlarından anladım güzel bir yere gittiğimi.

Peki, gittiğim bu güzel yerin adı neydi?..

Rivayetler muhtelifti.

Irak’ın kuzeyinden bir yerlerden yola çıkıp Kuzey Irak’a gitmenin anlamsızlığını uçak daha havadayken keşfetmem çok zor olmadı.

Buranın aslında Irak bile olmadığını anlamak için ise Saddam döneminden kalma Irak bayrağının burada gördüğü üvey evlat muamelesini görmek gerekti.

Erbil’de bulunan her müsait ya da münasebetsiz yere ortasında sarı bir güneş olan kırmızı-yeşil-beyaz Kürdistan bayrağı asılmış. Türkiye’den buraya sadece çubuk kraker değil, o dev bayrak gönderlerinden de ithal edilmiş anlaşılan. Ama “Türkiye’de birlik ve beraberliğimize kast edenlere karşı” dikilen o gönderler, burada “Irak’ın birlik ve beraberliğine kastetmiş” Kürdistan bayraklarını taşıyor.

Aslında Erbil’in her yerinden yükselen “Bir tek dileğim var mutlu ol yeter” melodilerine, tek kelime Türkçe bilmeyip “Kurtlar Vadisi ne zaman başlayacak” diye soran insan sayısının, “Türkiye Erbil’e ne zaman konsolosluk açacak” diye soranların birkaç kat üstünde olduğuna bakınca buraya Kuzey Irak yerine Güney Türkiye demenin daha doğru bile olacağını düşünüyorsunuz.

Ama sakın “Kuzey Iraklılık”tan yeni yeni kurtulmaya çalışan Kürtlere bunu söylemeyin. Onların mutlu olması için bizden tek bir dileği var: Bu güzel yerin adının Kürdistan olduğunu kabul etmemiz. Zor değil; 100 kez söyleyince alışıyorsunuz.

Bu arada çaktırmadan bu şehrin adının Erbil olduğunu söylediğime de bakmayın. O konuda da rivayet muhtelif. Kürtler için burası Hewlêr. Ama anladığım kadarıyla buraya Erbil denmesine bir Hint milliyetçisinin Mumbai yerine Bombay denmesine kızdığı kadar kızmıyorlar. Bu daha çok Tunceli-Dersim problematiğine benziyor. Amed-Diyarbakır da olabilir.

Erbil (kızmadıklarına göre) hakkındaki rivayet bile kabul etmeyen en çıplak gerçek şüphesiz şehirdeki Barzani hâkimiyeti. Şehrin en güzel yerine yerleşmiş Barzani ailesini ortalıklarda dolaşırken gören kimseyle tanışmadım. Ama Mesut Barzani ve babası Mustafa Barzani her yere asılan resimleriyle 24 saat Kürtleri izlemekte. Bu resimlerden en ilginci havaalanındaki arama noktasına asılmış Barzani’yi üstü aranırken gösteren resim.

Ama, “Barzani’yi bile arıyoruz sana ne oluyor” gibi bir mesaja Erbillilerin ihtiyacı var mı, doğrusu bilemiyor insan. Çünkü yola ayak bastığınızda bile arabaların yavaşlayıp yol verdiği bir yerden bahsediyoruz. 10 yıldır sadece üç kez hırsızlık vakası olmuş. Şehri birlikte gezdiğimiz Abdülmelik Fırat’ın torunu Diyar’ın dikkatini çekince fark ettim: Sokaklarda önünde dolar desteleri öylece oturan satıcılar var. Onların rahatlıkları sizi bile endişelendiriyor. Dükkânlar bez bir örtü gerilerek kapatılıyor. Bindiğimiz taksinin şoförü iki-üç kelime bile etmememize rağmen yabancı olduğumuzu fark edince bizden para almak istemedi, sonra da zorla uzattığımız üç doları beğenmedi. Havaalanından bindiğim Hello Taxi’nin (dünyanın en lüks taksileri Erbil’de) şoförü 20 dolar yerine 50 dolar verdiğimi fark edince gecenin bir vakti otelime kadar geldi.

Yani dünya gerçekliğinden kopuk insanlar Erbilliler. Fazla iyiler.

Ama Erbil, tam tersine hızla ve büyük bir iştahla o dünyanın tüm gerçekleriyle tanışıyor. Artan petrol gelirleriyle şehrin her yerinde inşaatlar yükseliyor. Yeni ve geniş yollar yapılmış. Çok ucuz olan arabaların pek çoğunun daha koltuk poşetleri bile çıkarılmamış.

Erbil’in tanıştığı dünyanın başka türlü gerçekleri de var. Havaalanından itibaren her yerde karşınıza çıkan Bangladeşli genç işçiler o gerçeklerin en acıklı olanlarından biri. “Erbil’in Kürtleri Bangladeşliler” dersem yeterince açıklayıcı olur herhalde.

Uzak diyarlardan Bangladeşli genç işçilerin bile gelip keşfettiği Erbil’i, kuzey komşu Türkiye’nin entelektüellerinin keşfetmesi Abant Platformu’nun Erbil toplantısına kısmet oldu. Ancak son gün oturumlarına yetişebildiğim toplantıyı tarihî yapan da zaten hararetli oturumlarda neler konuşulduğundan çok bu keşif ve karşılaşmaydı.

Bir zamanlar buradaki insanların Türkiye’deki muhatapları Necati Özgenler, Hasan Kundakçılar olmuştu. Bu toplantıyla onların yerini Murat Belgeler, Altan Tanlar, Etyen Mahçupyanlar, Ali Bulaçlar, Bejan Maturlar aldı. Herhalde esas mesele de buydu.

Tuzlu meyve suyunu bugüne kadar keşfetmemiş olmak ise bizim ayıbımız olsun.

Hemen “olur mu” demeyin. Çok güzel oluyor. Hadi, biraz cesaret...
taraf, 19 şubat '09
.

Hiç yorum yok: