''otel odasına girdiğim gibi, önce tülleri çekiyorum. otel görevlisi asyalı kızlar bunu niçin yaparlar anlamıyorum. her odaya dönüşümde, ardına kadar açılmış buluyorum perdeleri. dışarı bakmamı mı istiyorlar benden? iç avluya ve ortasındaki geniş yüzme havuzuna bakıyor tüm pencereler. ışıklarını bir bir yakan odalardan, gevşetilmiş kravatlar, ağzı açık geveze bavullar, parfüm kokuları, inci kolyeler, aceleyle akan duş sesleri, mesajlarla dolmuş yanıp sönen telefon ahizeleri, çeviriler, notlar, kol saatleri sarkıyor. her şey profesyonelce istiflenmiş. tüller ardına kadar açık. kimse kimseyi seyredecek kadar vakti bulamadığı için, gayet kendinden emin. otellerdeki açık pencereler önünde soyunmak, bir krematoryumda ya da teneşirci kadının elinin altında soyunabilmek kadar kolay, mecburi, ruhsuz bir şeye dönüşüyor. kimsenin kimseyi göreceği yok. göz pazarı. giz kalkmış. her şey bu kadar açık yaşandığı için mi, gözler bu kadar tok? aşırı görünmenin getirdiği bu körlük, bana dağcıların yaşadığı 'kar görmezliğini' anımsatıyor. camdan dışarı bakıyorum; hayret, hiç kar yağmamış...''
sibel eraslan, dergâh 227, ocak 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder