29 Ekim 2008 Çarşamba

şehir: içimde bir meleğin kıpırdayışı | m. fatih kutan


Bütün külliyatını okumanın marifet, vakit ve ‘seviye’ gerektirdiği, ‘velûd’ sıfatını yazar’lığının önüne hak eden yazarlardan biridir Enis Batur. Bu yazıya konu olacak kitabı, parça parça dergilerde okuduğum –ve birçoğunu kaçırdığım- gezi yazılarının/notlarının toplamı. Lyon’dan Meteora’ya, Lizbon’dan Lozan’a, Londra’dan Kaysersberg’e geniş bir coğrafyada, vurgulu notlar.

Tuna’da Melk haçının efsanesiyle açılıp, Fransız şair Mallarmé’nin odası’yla kapanıyor kitap. ‘Büyük, zengin, alımlı şehir Selânik’ ile İzmir’in benzerliklerinden sebep bir buruklukla karşılıyorum kitabı. İkisi de geçen yüzyıl başındaki ‘derin’liklerini, bu çağın ritmiyle birlik sığ’lık merakına terk etmek üzere. Nerede olduğunu bilemeyen, şaşkın şehirler. Neden bilmiyorum, bir kelime bağışlıyorum kendime daha kitabın başından, okunuşu hoşuma gidiyor: Kalliniti. Bir Selânik şarabı.

Enis Batur’un hayranlıkla anlattığı şehirler var kitapta: Venedik, Noyers-sur-Sereine, Meteora, Pompeii gibi. Venedik satırlarının ihtişamının sebebini başka bir şehrin anlatımında yakalıyorum: ‘‘Her kentin suyu olmalı bana kalırsa, akar ya da durgun suya kıyısı olmayan bir köy, kasaba, şehir farkına varmasa da kurur, zamanla kuruyayazar. Suyun çizdiği, yonttuğu, görkemli biçimler yarattığı Venedik’i, İstanbul’u, Rio’yu susuz kentlerle kıyaslayınca daha iyi anlaşılıyor bu.’’

Meteora ve Pompeii, ‘antik’ ilhamlar verdiklerinden sebep değerli ve ‘içe doğru derin’ler. ‘‘Dağların içinde çokluk ne olduğunu bilmiyoruz’’ cümlesiyle ünsiyet kurmaya başlıyoruz Meteora ile. Keşişlerin ilk çöl ermişlerine öykünerek inzivaya çekildikleri bir ‘yüzyıl dilimi’nden ve geniş bir coğrafyadan söz ediyor yazar: Meteora’dan başlayıp Kapadokya’da sonlanan, IV. yüzyıldan kök veren bir birikim; ‘‘Bizans’ın kültür deposu’’. Zarifoğlu’nun ‘Görebileceğim kadar dağ görmek istiyorum’ isteğine şerh adeta bu satırlar:

‘‘Düşünmeden edemiyorum: Tanrı’ya yaklaşma, dünyasal olandan uzaklaşma, kopma isteği ağır basan kişi, kişiler, neden doğanın iyiden ayrıksı görünüm taşıdığı, ulaşılması güç noktalarını yeğlemişlerdir? Bir uçta Meteora, Athos, bir uçta peri bacalarının labirentleri. Sümela ya da Tibet yaylaları.
Dağın içinde gerçekten ne olduğunu öğrenmek için onun yüzüne ara vermeden bakmalı.’’
Pompeii ise gazaba uğramış şehirlerin ruhunu diri tutuyor, kalıntılarıyla:
‘‘Kutsal metinlerden fışkıran, belleğimize yığılan, yerle bir olmuş kent görünümleri: Ninova, Lût, Sodome, Gomorrhe gerçeklik katına tırmanıyor Pompeii’de­­. – Düş’ü Hakikat’tan ayıran duvar sahiden de kıl kadar ince.’’

Ayrıntılar benim için şâh-yer ediniyor kitap içinde. Freiburg Üniversitesi binalarından birinde giriş kapısının iki yanında -alışılmışın dışında- aslanlar, kartallar yerine, Homeros ve Aristoteles’in heykelleri: İki büyük duruş: Şiir ve felsefe. Noyers-sur-Sereine’in çıkışında bulunan güneş saatinin tepesindeki, ‘‘Hayatımızın bundan iyi kılavuzu mu olur; buradaki ve ötedeki şeyleri hızlı adımlarıyla bize kim daha iyi öğretebilir; korkacaksan şundan kork: Gider gelir ürktüğün gölge, yoldaşındır – bizler, Ademoğulları, geri dönmeyen o kaçak gölgeyizdir yalnızca, bunu bil’’ cümlelerine ne demeli? Strasburg’da katedralin tavanında bulunan sekiz pencerenin sızdırdığı iç içe geçen ışıklar tozlu bir güzellik çıkarıyor ortaya, yazara bir vakitler mimar olduğunu hatırlatacak kadar da estetik. Londra yazısının sonuna koyulan, Victoria istasyonunda Manş denizinin altından geçip kıtaya ulaşacak treni beklerken çekilen fotoğraftaki tabelada ‘London/Waterloo’ yazısını görür görmez ‘Waterloo’da Bir Dişi Kedi’yi okumadan edemiyorum, elim Erbain’e gidiyor.

Şehirleri yazmak zor. Özellikle geçmişi uzun şehirlere dair not düşerken hesaba çekilme duygusu baş gösteriyor, şehrin bütün geçmişinin karşısında. Bunu aşmasında yazara cesaret veren, bir kilise vitrayında gördüğü on dört melekten birinin içinde kıpırdayışı olabilir. Batur, bu hissi özellikle not düşmüş, ince’lik. Yoksa yazmasa mıydı hiçbirini, bilmem ki, ‘yazısız taşların yazısı hep daha derin’.


*şehren'is, enis batur, literatür yayınları

Hiç yorum yok: